“Bilinçli bir alternatif güzergah oluşturma gayreti”miz doğrultusunda çıktığımız maceraperest yolculuğumuzda çok farklı bir müzikal durakta mola veriyoruz bu defa. Avangart ve deneysel nosyonu yüksek bir eksen üzerinde, doğaçlama caz ve elektroniğin birlikte çıktıkları bu yolculuktaki kaptanlarımız ilk albümleri “Materiale Umano”yu geçtiğimiz aylarda yayımlayan Scoolptures ekibi. Gruba, bu köşe için farklı bir dinleme pratiği içine girdiğim bir dönemde, hatırı sayılır müzik yapım şirketlerinden biri olarak hatmettiğimiz Leo Records’tan çıkan son çalışmalar arasında rastlamış olmak, benim açımdan gerçekten çok keyifli bir keşif niteliğindeydi. Burada “rastlantı” ifadesini bilinçli bir şekilde kullanıyor ve açık yüreklilikle de arkasında duruyorum. Zira AKsi-isTİKAMET köşemiz için sizlere alışılmışın / rutinin dışında ve olabildiğince farklı bir sayfa (hatta satır arası) aralamaya çalıştığımız için, bu çerçevede detaylıca bahsetmeye değer nitelikte zengin bir yelpazeden beslenen çalışmaları gün yüzüne çıkarmak için gerçekten gözümüzü kulağımızı binbir türlü tınıya hassasiyetle kabartıyoruz.
Bu kısa açıklamanın ardından telaşlı heveskarlığımızla beslenen notlarımızı sıralamaya ve “Materiale Umano” albümünü irdelemeye çalışalım. Aslında Scoolptures ekibi bir proje grubu. Her biri caz müzik alanında farklı çalışma ve gruplarda yeralmış dört müzisyenin biraraya geldiği özel bir proje. Projeyi farklı kılan noktaları biraz erteleyerekten bu dört ismi daha yakından tanıtmaya çalışalım sizlere. Ekip şu isimlerden oluşuyor: Nicola Negrini (bas, metallophone, canlı elektronikler); Achille Succi (bas klarnet, alto saksafon, shakuhachi); Philippe Garcia (davul, canlı elektronikler); Antonio Della Marina (ses dalgaları, canlı elektronikler). Kabul etmeliyim ki kimin ne çaldığını yazınca projenin dikkat çekici parametrelerinden biri de aslında biraz daha aydınlanmış oldu (canlı elektronikler efendim).
Ekibin lideri İtalyan müzisyen Nicola Negrini. Scoolptures projesi dışında da birçok toplulukta yeralan müzisyen aynı zamanda farklı sanatsal disiplinlerle de yakın bir ilişki içinde. Bunlar arasında en öne çıkanları bir nujazz grubu olan Faze Liquide ve Alkord Quintet. Negrini’nin bahsi geçen farklı disiplinlere uzanan çalışma alanları arasında tiyatro bir adım daha önde sayılabilir.
Achille Succi, Uri Caine’in “Othello Suite” projesinin yanısıra farklı topluluklarda karşımıza çıkan bir isim. Danimarkalı besteci Pierre Dorge ile imza attıkları “New Jungle Orchestra” yeraldığı projelerden bir diğeri. Grup lideri vasfıyla yayımladığı iki albümü olan Succi, aynı zamanda doğaçlama caz müziği üzerine birçok enstitü ve festivalde atölye çalışmalarına da katkı vermiş olan değerli bir müzisyen. Ayrıca 2006 yılından bu yana de Ferrara Konservatuarı’nda doğaçlama teknikleri üzerine eğitmenlik yaptığını da belirtelim.
Grubun bir diğer elemanı olan Philippe Garcia’nın kişisel bilgileri aslında bir hayli dikkat çekici (elbetteki bizler açısından). Zira kendisi 84-85 yıllarında Ankara’da eğitmenlik yapmış, 85-91 arası burada perküsyon dersleri vermiş ve sonrasında da Ankara Senfoni Orkestrası ile birlikte çalmış bir müzisyen. Bununla da yetinmemiş, Sezen Aksu’dan Onno Tunç’a, Okay Temiz’e dek önemli Türk müzisyenlerle de birlikte çalışmalar gerçekleştirmiş. 91’de Fransa’ya dönmesinin ardından Erik Truffaz, Don Cherry ve Markus Stockhausen gibi dev isimlerin de arasında bulunduğu birçok müzisyenle yaptığı çalışmaların yanısıra çağdaş dans topluluklarında da piyano çalan Garcia ile yolumuzun bu denli kesiştiğini görmek de sevindirici. (İşte o malum satır aralarından böylesine güzellikler yeşillenebiliyor.)
Antonio Della Marina ise Bologna Üniversitesi performans sanatları bölümünden mezun bir isim. Amerikan deneysel müziği, minimalizm ve ses-imaj arasındaki ilişkiler aslında ana ilgi alanlarını oluşturuyor Marina’nın. Genel bir değerlendirmede bulunacak olursak bu basit girizgah dahi Scoolptures projesine farklı bir boyut katan önemli isimlerden birinin de Marina olduğunu gösteriyor bizlere. Seslerin elektronik ortamlardaki manipülasyonu, dijital kompozisyon ve bilgisayar destekli müzik üretimi üzerine eğitim gören Marina ayrıca bu konularda aralarında Carsten Nicolai ( aka Alva Noto ) gibi elektronik müzik coğrafyasının referansı en kuvvetli neferlerinden birinin de olduğu çeşitli kişi ve kuruluşlarla da yakın ilişkisini sürdürmüş. 99’dan bu yana ses konsepti üzerine odaklanan canlı performanslar, web tabanlı projeler ve çeşitli enstalasyon çalışmalarında ismine rastladığımız Marina, aynı zamanda müziği aracılığıyla uluslararası müzik ve tiyatro festivallerinin de aranılan isimlerinden biri olmayı başarmış. 99-04 arasında Bologna Üniversitesi’ndeki Multimedya Müzesi’nin işitsel altyapı çalışmalarının da küratörlüğünü üstlenen Marina, çeşitli ortak projelerle de üretkenliğini sürdürüyor.
Scoolptures ekibini oluşturan müzisyenlerin geçmişlerine doğru yaptığımız bu kısa yolculuğun ardından albümle ilgili notlarımıza geçmekte fayda var. Üç yıllık bir hazırlık sürecinin ürünü olan albüm, stüdyoda geçirilen iki günlük bir çalışma esnasında kaydedilmiş. Ancak bahsedilen üç yıllık hazırlık süreci sadece müzikal bir olgunlaşmayı değil, albümün içine yedirilen çeşitli kavramlar üzerine odaklanılan bir düşünsel hazırlık safhasını, bu süreç zarfında farklı şehir ve insanlarla olan etkileşimleri ve hazırlıkları da içeriyor. Çalışmaya ilişkin düşülen notlarda birçok kavram üzerinden yapılan bir sorgulamanın / araştırmanın dökümantasyonu olduğu belirtilen albümde; zaman, dikkat, bekleme, müdahale, kıyas gibi başlıklar sıralanmış. Bu kavramlar üzerine inşa edilen, dikkatle hazırlanan ve kendi içinde harmanlanarak olgunlaşan / gelişen bir kavramlar bütününün işitsel dökümü aslında “Materiale Umano”. Sözün olmadığı bir katmanda oluşan tematik boşluğu farklı ses ve tınıların bütünlüğüyle doldurmayı hedefleyen bir olma / olgunlaşma süreci bahsettiğimiz. Müzikal içeriğin, tınıların, düşüncelerin doğaçlama bir kurgu içinde özenle oluşturulan farklı ses renklerine boyandığı bir yaratım süreci.
Detay bir incelemede karşımıza çoğul ve derinlikli katmanların çıktığı bu çalışmanın geneli hakkında birkaç not daha düşmek istiyorum. Scoolptures bu proje grubunun adı olmasının yanısıra, yukarıda özetlemeye çalıştığımız kavramsal çerçeveyi oluşturan bir kompozisyonu da üreten bir bakış açısı aslında. Burada üç farklı boyuttan bahsetmek mümkün; projedeki anlık düzenlemelerin bir köşesinde doğaçlama varken, üçlü yapının diğer köşelerinde de akustik seslerden üretilen gerçek zamanlı canlı elektronikler ve bunların önceden programlanmış bir bilgisayar aracılığıyla gerçekleştirilen doğal bir karışımı bulunuyor.
Albümde tamamına yakını sonuna “slice” ( dilim ) uzantısı eklenmiş organ isimlerinden oluşan ( Brainslice / Nerveslice / Lungslice / Lipslice gibi ) ve toplam süresi yaklaşık bir saati bulan 13 parça var. Açılış etkileyici bir parça olarak tanımlanabilecek “Brainslice” ile yapılıyor. Saksafonun başrolde olduğu parçada, arka planda adeta birbiriyle yarışan canlı elektronikler ve davulla desteklenen hızlı bir tempo var. Parçanın en karakteristik özelliği tüm melodi ve tınıların bir şekilde yaratmayı başardıkları “bitmemişlik” hissi. Kaotik olmadan da ara pasajlarda kanı kaynayan ama hep bir şekilde içinden birşeyler eksiltilmiş hissi veren bu parçada kullanılan tüm yapılandırmalar sanki traşlanmış / uçları törpülenmiş ve devam etmeleri gerekirken aniden biten, o yüzden de bir eksiklik hissiyatı veren bir duygu yaratıyorlar. “Bellyslice” saksafonun ana omurgayı şekillendirdiği, minik lezzet pasajları sunan elektroniklerin yanında derinden gelen bir bas ve davulun zenginlik kattığı bir parça. “Tactslice” doğaçlama vurgusunun ön planda olduğu, albümde bir adım daha öne çıkan parçalardan biri. Aksak ritimlerle beslenen ve tüm enstrümanları duyabildiğimiz bu parçanın ardından gelen “Chunkslice”da ise elektroniklerin ana ekseni belirlediği bir güzergah izlenebiliyor. “Liverslice” ve “Breatheslice” deneysel, ekolu ve elektronik atmosferleriyle albüme renk ve derinlik katan diğer parçalardan sadece birkaçı. Standart bir caz parçası kıvamında başlayan “Hipslice” ise ilerleyen dakikalarda dizginlerinden boşalmış bir zenginlik, çok katmanlılık ve kontrollü bir deneysellikle elektronik bir kurgunun ne denli farklı tınılar üretebildiğine iyi bir örnek oluşturuyor ve “Materiale Umano”nun en iyilerinden biri olarak yıldızlı pekiyi alıyor. “Lungslice” başka bir albümde karşımıza çıksa, anlatırken caz referanslı ifadelere pek başvurmayacağımız bir kurguya sahip. Ziyadesiyle elektronik. “Nerveslice” albümde dikkatimizi celbeden nitelik çıtası bir hayli yüksek parçalardan bir diğeri. Burada da doğaçlama ile elektroniklerin nitelikli bir karışımına şahitlik ediyoruz. Kapanış, albümün en uzun parçası olan “Skinslice” ile yapılıyor. Bu parça adeta albüme ilişkin söylenebilecek tüm ifadelerin bir özeti niteliğinde. Devinimi fazla yükseltmeden, elektroniklerle beslenen deneysel bir platform üzerinde doğaçlama cazın çığlıkları. Arada bas, kalrnet ve davulun ben de buradayım diyen minik seslenişleri.
Albümü genel olarak değerlendirdiğimizde benzersiz bir başyapıttan bahsedemesek de oldukça farklı bir pencereden bir meydan okuma olduğunu da görmemiz gerekli diye düşünüyorum. Burada elbette bir deneysellik mevcut ama tamamıyla “kontrolden çıkmışlık” veya bir “hakim olamama” durumu söz konusu değil. Planlanmış, çalışılmış bir kaotik yapının ayak uçlarında şekillenen bir rastlantısallık, kontrollü bir değişkenlik ve tüm bunların arasından devşirilen farklı bir dilden konuşan bir albüm “Materiale Umano”. Herhangi bir enstrüman yada müzisyenin bütünden sıyrılmaksızın ahenk içinde beraber hareket edebildiği, bazı küçük ön keşiflerde saksafon ve klarnetin başı çektiği, elektroniklerin her daim minik patlamalar yapmaya müsait bir gizlilik ( ama bilinirlik ) içinde parçaların içine yedirildiği dikkat çekici ve keyifli bir albüm. Cazın alışageldik enstrümanlarının farklı bir kurgu dahilinde elektroniklerle bezendiği bu melez çalışma, bir yandan getirdiği yenilikçi yaklaşım bir yandan da dengeli ve maharetle kotarılmış müzikal içeriği ile bizleri farklı bir perspektife doğru çekmeyi başarıyor.
Kişisel notlarımıza burada son verirken grubun lideri Nicola Negrini ile yaptığımız e-röportajı da keyifle okumanız dileğiyle değerlendirmelerinize sunarak sağlığın eksikliğini hissetirmediği ve gelenin gideni aratmadığı bir 2010 dilemek isteriz.
OA / Sanırım bugüne değin hep İtalyan müzisyenlerle birlikte çalıştınız, doğru mu ?
NN / Evet, kader sanırım
OA / Albümün yol haritası nasıl gelişti ? Diğer ekip üyeleri ile nasıl biraraya geldiniz ve elbette çıkan sonuç kafanızdakilere paralel mi ?
NN / Albümdeki müzik, hatta daha doğrusu buradaki müziğe ilişkin neler hayal ettiğimiz, neler yaptığımız ve ortaya neler çıkardığımız aslında 3 yıla yayılan bir düşünme, okuma ve dinleme pratiğinin bir sonucu. John Cage’in ses, yapı ve armoniler hakkındaki düşünceleri her zaman ilgimi çekmiştir. Aradığım doğaçlama yapan müzisyenin bazı kesinliklerden ve alışkanlıklardan sıyrılmasını sağlayacak, bu rutini kıracak bir yol bulmaktı. Rollerin olmadığı bir doğaçlama, canlı elektroniklerin ve gürültünün kullanımı, aksak ve kesik ritimleri çalmak gibi konularda farklı bir yaklaşım…Yepyeni bir enerjiyle sınırların olmadığı, özgün ve kulaklarımızı her olası tınıya açarak keşfedebileceğimiz yabancı bir ülke gibi. Asıl soru buna nasıl ulaşabileceğimizdi. Yeni bir metod, yeni bir disiplin. Heidegger’in “zaman kavramı” ve Jung’un “eşzamanlılık” üzerine düşünceleri kafamdaki ilk tetikleyicilerdi. Farklı yollardan da olsa burada insanın zaman kavramı ( kararlarımıza göre şekillenen sosyal zaman ve varolduğumuz zaman / OA ), içiçe geçen zaman döngüleri ve eş zamanlı olgular karşısındaki şaşkınlığı ele alınır. Benim de hayal ettiğim müzik aslında bölünmemiş bir bütünden doğmalıydı. Temalardan ve hiyerarşilerden sıyrılmış; sadece çalınan, yeniden kullanılan ve yerinden edilmiş seslerden oluşan bir müzikal kurgu. Bunu sağlayacak bir çalışma metodu, yani müzisyenin doğaçlamadan biraz uzaklaşarak anlık kompozisyonlar yapabileceği bir metod; beklentilerin yokedildiği, hayali sınırların kaldırıldığı, dikkate yoğunlaşan ve sadece doğaçlama yapan müzisyenin müziğindeki içsel uçurumları ortaya çıkaran bir metod.
Bu esnada Antonio Della Marina ile tanıştım ve birlikte “scoolptures” cihazını yaptık. Biraz karıık gibi görünse de her enstrümanın sinyali bu kayıt cihazına gönderilirken, farklı görsel malzemelerin taranmasıyla otomotize editen bu kayıt aşamasında bir şekilde ( öngörülebilir olmasa da ) rastlantısal olmayan bir yapı oluşturmaya çalıştık.
O esnada Gianmaria Testa Quintet ekibinde çalan Philippe “Pipon” Garcia ile tanıştım. Uzun Kanada ve Avrupa turnesi esnasında onun bu proje için çok uygun bir isim olacağını düşündüm. Müziğe yaklaşımı gerçekten çok etkileyiciydi, duyarlı ve fazlasıyla yaratıcı bir bakış…Son olarak da Achille Succi önemli bir müzisyen olarak projenin son elemanı oldu.
Stüdyoda iki harika gün geçirdik. Az konuştuk ve yaklaşık 4-5 saatlik garip ve etkileyici bir malzeme ile stüdyodan çıktık. Bir ay boyunca bu çalışmaları dinledim ve 3 saatlik bir kısmı seçerek miksledik. Bir sonraki ay ise ayrı ayrı parçaları belirlemekle geçti. Ve evet şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki çıkan ürün hepimizin kafasındaki düşüncelere paraleldi.
OA / Caz ve elektronik halihazırda maceracı bir bileşim. Albümü bu açıdan değerlendirebilir misiniz?
NN / Günümüzde müzik ziyadesiyle elektroniğe bulanmış durumda. Bunu inkar etmek anlamsız. Devamlı çevremizde olan bir etkileşim bu. Ancak tüm bu kurgusal elektronik dünyayı bir şekilde kan (müzisyenler / OA), ağaç ve pirinçle (enstrümanlar / OA) mikslemenin bir yolunu bulmuş olmaktan dolayı da çok memnunum. Belki çok zor farkedilebilen ama hep orada olan bir gerçek bu.
OA / Albümde üç farklı boyut var. Bunlar arasındaki denge hakkında ne söylemek istersiniz?
NN / Bahsettiğim anlık kompozisyonlar teması dahilinde bu üç boyut birbirine yedirilmiş durumda aslında. Müzisyenler önceden verilen bir metin dahilinde herhangi bir hazırlık yapmadan çalarken, “scoolptures” da onların performans anlarını yakalıyor, uzun döngülerin içine yediriyor ve doğaçlama yapan müzisyenlerin ortaya çıkardığı “beklenmedik” müzik yığınlarını yeniden konumluyor. Tüm bunları ayırdetmek zor, hangisinin daha baskın olduğunu yada hangisinin daha fazla ön planda olduğunu söylemek de. Klasik yumurta, tavuk öyküsü gibi. Aslında kavram John Cage’in kompozisyonların temelini oluşturan “I Ching” prensipleri ile özdeş bir yapıda. Her bir enstrüman taranmış görsellerin yatay eksenlerinden birine denk geliyor. (yukarıdaki görsel bu anlamda bir ipucu veriyor / OA).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder