Klavyenin başına özel bir Tindersticks yazısı için kurulmadan, grubun ilk albümlerinin 1993 tarihli olduğunu görünce; insan ister istemez orta yaş kulvarında bir düşük vitesle yol almaya başlayan biri olarak, zamanın ne denli hızlı ve geri dönülemez biçimde yol aldığını düşünmeden edemiyor. Bugüne değin dünya müziğinin önemli temsilcilerini İstanbul’a taşıyan Mavi Müzik Geceleri kapsamında 20-21 Eylül’de Babylon’un sezon açılış konserleri için sahne alacak olan Tindersticks’in 20 yıl boyunca zihinlerimize akıttığı benzersiz işitsel ve görsel hatıralar arasında biraz da iç geçirerek yapılan bu yolculuğun seyir defterinde, hüzün ve melankoliye sarmalanmış zamansız bir müzikal dil ve küçük seslerle söylense de çok derinlere işleyen etkileyici hikayeler var.
Aslında 1988 yılında kurulan Asphalt Ribbons grubu birkaç yıl sonrasında 90’ların en önemli ve etkili İngiliz gruplarından biri olacak olan Tindersticks’in bir nevi çekirdeğidir. Grubun “Old Horse” EP’sindeki ekip tek bir müzisyen dışında ilk “Tindersticks” kadrosu ile aynıdır: Stuart Staples (vokal), Dave Boulter (org ve akordeon), Neil Fraser (gitar), Dickon Hinchliffe (gitar ve yaylılar), Al Macauley (davul ve vurmalılar) ve John Thompson’dan (bas) oluşan kadrodan basçı John Thompson’ın ayrılması ve yerine Mark Colwill’in gelmesiyle birlikte Nothingham çıkışlı grup Tindersticks de kendi yolculuğuna başlayacaktır.
1992 yılında ilk demolarını kaydetmeye başlayan grup, yılın sonunda “Patchwork” isimli single çalışmasını ve ardından 1993 yılında kendi adlarıyla anılan ilk albümlerini yayımlar. 90’lı yıllara silinmeyecek izler bırakacak olan Tindersticks müziğinin tüm ipuçlarının benzersiz bir maharetle işlendiği nefis bir dinletidir bu ilk albüm. Yaylı partisyonuyla unutulmazlar arasına giren açılış parçası “Nectar”, Staples’in abartısız bariton vokallerine eşlik eden keman sesleri ve derinlikli atmosferiyle “Tyed”, gitar rifleri ve keman arasında gidip gelen yüksek temposuyla dikkat çeken “Whiskey and Water” gibi parçaların yanısıra bugün bile ilk akla gelen Tindersticks klasikleri arasında sayılabilecek “City Sickness”, “Milky Teeth”, “Jism” ve “Her” parçalarını barındıran bu muhteşem ilk albüm grubun farklı lezzetler barındıran müzikal kimyalarının ispatı niteliğindedir.
İki yıllık bir aradan sonra grup yine isimsiz olarak (2. albüm olarak da anılmaktadır) “This Way Up” etiketiyle yeni bir albüm çıkarır. İlk çalışmaya paralel olarak hemen hemen tüm İngiliz müzik basını tarafından yılın en iyi 10 albümü arasında gösterilen çalışma, İngiltere listelerinde 13 numaraya kadar yükselecektir. “My Sister”, “Tiny Tears”, “Talk To Me” ve The Walkabouts grubundan Carla Torgerson’un Staples ile vokalde düet yaptığı “Traveling Light” albümün öne çıkan parçalarıdır.
Tindersticks’i 90’lar indie / alternatif rock sahnesinin en önemli topluluklarından biri yapacak olan bu iki albümün dikkat çekici yanı grubun müzikal kimliğindeki olgunluktur. Grup elemanları arasında yakalanan denge ve zaman zaman Ian Curtis ( Joy Division ), Tom Waits ve Nick Cave gibi isimlerle adı anılacak denli eşsiz bir vokali olan Stuart Staples’in başrolde olmasına rağmen müzikal anlamda yaratılan eşitlikçi ortam; ortaya çıkarılan zengin içeriğin ana hayat damarlarıdır. Grup açıklamalarında sadece yapmak istedikleri müziğe odaklandıklarını ve nihayetinde aslolanın yarattıkları müziğin grup olarak kendilerini nasıl hissetirdiği olduğunu belirtecektir. Kastedilen samimi ve gerçek müziği yapmanın formülüdür aslında.
Tindersticks öncesi evredeki Asphalt Ribbons parçalarına bakıldığında, yüksek bir tempo ve daha tavizsiz / sert bir atmosfer olsa da bazı parçalarda Tindersticks müziğinin izdüşümlerini yakalamak mümkündür. Staples’ın koyu, derin ve didaktik vokaline eşlik eden yaylılar, arka planda bu iki ana figür için minik bir orkestra gibi çal(ış)arak eşsiz bir ambiyans yaratan gitar, davul ve vurmalılarla kaynaşarak; bir yandan melankolik ve hüzünlü bir resim ortaya koyarken, bir yandan da zarif, incelikli ve samimi bir dil oluşturmaktadır. Bu anlamda Asphalt Ribbons dönemini Tindersticks’in albümlerindeki olgun, oturmuş ve güzergahını belirlemiş çizginin hazırlık safhası olarak da değerlendirmek olasıdır.
1997 yılında grubun üçüncü stüdyo albümü olarak yayımlanan “Curtains” öncesi Tindersticks Fransız yönetmen Clare Denis’in 1996 tarihli filmi “Nenette et Boni”nin müziklerini yaparlar. Tesadüf gibi görünen bu birlikteliğin arka planında Tindersticks’in loş bir fon üzerinde yükselen siyah beyaz notalarının yarattığı sinematik vurgusu yüksek müzikal dilin etkisi olduğu aşikardır. Takip eden yıllarda grup yine bir Clare Denis filmi olan “Trouble Every Day”in de müziklerini yapacaktır. “Curtains” albümü aslında grubun ilk iki albümü sonrası işlerin biraz da grup insiyatifinden çıktığı zorlu bir dönemin, yorucu bir çalışmasıdır. Dickon Hinchliffe bir röportajında o dönemki müzik yapım sürecinden keyif alamadıklarını açıkça belirtecektir. Dönemin bir özeti turneler arasına sıkışıp kalmış “Tindersticks”in kendini anlattığı “Ballad of Tindersticks” parçasıdır.
“Simple Pleasures” yine iki yıllık bir aranın ardından gelir. “Can We Start Again?” adını taşıyan açılış parçası adeta yeni dönemin habercisidir. “Curtains” albümünde grubu bir nebze ikinci plana atan yoğun orkestrasyonun yerine tekrar grup elemanları ön plana çıkmış ve albüm geneline yansıyan pozitif bir hava yakalanmıştır. Grup elemanları bu albümle birlikte kendilerini ifade edebilmenin yolunu artık bulduklarını ve 97-98 dönemine kıyasla daha mutlu bir evre sonucunda albümü kaydettiklerini belirteceklerdir. “Before You Close Your Eyes” bu keyifli havanın notalara yansıdığı nefis bir çalışmadır.
2001 yılında Beggars Banquet etiketiyle yayımlanan “Can Our Love” aynı çizgide devam eden bir çalışma olarak kayıtlara geçecektir. Staples’ın hiç aceleye getirmeden adeta mırıldanarak içimize işleyen vokali, yaylı ve üflemelilerin incelikle yarattığı atmosfer dinleyicilere oldukça rafine bir arka plan dahilinde sunulur. Staples ilk üç albümlerinden sonra artık gidecek daha fazla yerlerinin kalmadığını hissettiklerini ve “Simple Pleasures” ve “Can Our Love” ile farklı bir formülasyon ile müziğe yaklaştıklarını belirtecektir. Bu yeni meydan okuma çok daha dingin, bahsi geçen yoğun orkestrasyonun ciddi biçimde azaltıldığı, parça dinamiklerinin minimal bir kurguyla ele alındığı bir yapıyı da beraberinde getirecektir. Staples’in insanı peşinden sürükleyen ve akıldan çıkmayan vokalleri elbetteki albümün yine başat figürüdür.
Tindersticks iki yıllık ara geleneğini bozmaz ve 2003 yılında “Waiting For The Moon”u yine Beggars Banquet’ten piyasaya sürer. Ardından yoğun bir turne dönemi gelir. Turneler yorucu olsa da grup elemanları sahnede olmaktan ve hikayelerini birebir dinleyici ile paylaşmaktan mutludurlar. 2003 tarihli bu albüm orjinal Tindersticks kadrosuna sahip son çalışma olacak, ilerleyen yıllarda vokalist Stuart Staples kendi solo albümlerine (Lucky Dog Recordings 03-04'- 2005 ve Leaving Songs - 2006) ağırlık verirken, grup 2006 yılında ana kadrosundan üç ismi kaybedecektir. 2008 yılına dek sürecek bir sessizlik / dağılma döneminin ardından tekrar stüdyoya giren üç kişilik çekirdek Tindersticks kadrosu ise bu defa “The Hungry Saw” albümüyle hayranlarının karşısına çıkacaktır. Yeni albümle birlikte ana kadronun yarısını yitirmiş olan Tindersticks yola Stuart Staples (vokal), Dave Boulter (org ve akordeon) ve Neil Fraser (gitar) kadrosuyla devam kararı vermiştir. Ekibe davulda Thomas Belhom ve basta Dan McKinna eşlik etmektedir. Naif piyano melodileri ile açılan albüm “Yesterday, Tomorrows”, “The Other Side of the World”, “The Hungry Saw” ve “The Turns We Took” gibi etkileyici parçalarla Tindersticks hayranlarını bir hayli sevindirecektir.
Tindersticks’in 20 yıla yayılan uzun yolculuğunun şimdilik en son durağında ise 2010 çıkışlı “Falling Down a Mountain” albümü var. Grubun yanlarına vokal ve gitarda Davit Kitt’i, davulda Earl Harvin’i kattıkları bu albüm aynı zamanda 4AD etiketiyle çıkardıkları ilk çalışma. "Black Smoke", "She Rode Me Down", “Peanuts” ve "Travelling Light" gibi parçaların ön plana çıktığı albümde Staples’ın dumanlı vokalleri ile örülmüş masalsı bir atmosfer hakim. İlk albümlerdeki iddialı melodilerin yerini sakinliğin, oturmuşluğun ve 20 yılın görmüş geçirmişliğinin aldığını gördüğümüz albüm, Staples’ın Babylon dergiye verdiği röportajda belirttiği gibi dinleyici ile grup arasında kurulacak ilişkinin samimiyetini yükseltecek derecede içten bir çalışma.
Babylon dergi sordu, Stuart Staples yanıtladı !
“Kendi sesini bulmak, bazı şeyleri kaybetmekle alakalıdır” şeklinde bir ifadeniz var. Kasıt kendi tarzını bulabilmek için zamana yayılan bir öğrenme süreci mi ?
-Sanırım “kendi sesime” oldukça yaklaştım. Müzik yapmaya başlamadan halihazırda onlarca şeyden etkilenmiş oluyorsunuz. Bu etkilere açık olma hali zaman içinde kademeli olarak devam ediyor. Kendi sesimi bulmak için yapmaya çalıştığım bu yüklerden ve etkilerden sıyrılmak aslında.
-“The Hungry Saw” albümüne ilişkin bir notunuz var; o albümde kendi sesinizi bulduğunuza dair...
-Açıklaması biraz zor, her defasında sonuca daha da yaklaştığınız bir olgu bu. Bir parçayı yazarken, belli bir noktada parçanın varolmadığına dair bir hisse kapılırsınız. O an için düşüncelerinizin akıp gitmesine izin vermelisiniz; ta ki müziğin varolduğunu ispatlayacağı ilk ilham noktasını keşfedinceye dek.
İnsanların Tindersticks’in müziğiyle ilgili düşüncelerini pek umusamıyorsunuz galiba. Bu hala geçerli mi ?
-İlk zamanlarda tek tek yada grup olarak 10 yıl kadar bir süre insanların pek de ilgi göstermedikleri müzikler yaptık. İlk albüm çıktığında orada gerçekten “biz” vardık. İnsanların müziğimizde kendilerine ait birşeyler bulmaları çok hoş ve cesaretlendirici. Ama konu müzik yapmaya gelince başkalarına değil kendinize bakmalısınız. Müzik yaparken dış seslere maruz kalmak, kendi benliğinizden uzaklaşıp gerçekliğinizi yitirmenize yolaçar.
-Tindersticks melankolik ve depresif ifadelerini akla getiriyor. Oysa ben “zamansız” ifadesini tercih ediyorum. Sizce ?
-Birileri yaptığımız müzikte gerçek ve samimi bir an yakalayabiliyorsa, o zaman müziğimizin zamansız olduğundan bahsedebiliriz. İlk albümlerimiz çıktığında Tindersticks’e benzeyen gruplar yoktu. Yaptığımız o günün yada zamanın müziğinin dışındaydı. Bu samimiyeti müziğimize hep yansıtmaya çalıştık.
-Birkaç yıl önce kurucu kadroda yeralan üç isim gruptan ayrıldı. Bu müziğinizi etkiledi mi ?
-Hem evet hem de hayır. Ben, Dave ve Neil çoklukla grubun genel tarzını belirleyen kişilerdik. Bir yandan güçlü olabilmek için bu özü korumak, bir yandan da yeni isimlerin gruba getireceği farklı yaklaşımlara ve dinamiklere açık olmak gerekiyordu. Şu an için daha büyük bir aile olduk, hep yakınımızda olan yaklaşık 15 kişilik bir ekip var. Böylelikle farklı formlara girebiliyoruz. Daha esnek ve dışadönük bir grup haline geldik. Evet, hala o özü ve bizi biz yapan ruhu koruyoruz ama farklı meydan okumalara da açığız.
-Yakında solo albüm var mı ?
-Müziğe ilişkin ne hissettiğinizle ilgili bir durum bu. 2003 yılında grup yaratıcılık açısından iyi bir ortam sunmuyordu ve solo albüm yapmak o an için mantıklı görünen bir seçenekti. Şu an durum oldukça farklı. Zaman içinde anlatmak istediğim somut fikirler oluşursa yeni bir albüm yapmak konusunda herhangi bir çekincem yok.
-Kendinizi bir şair olarak görüyor musunuz ?
-Sanırım şarkı sözü yazmakla şairlik farklı. Söz yazarken kağıt üzerine notlar alıp kelimelerin anatomisiyle uğraşmıyorum. Kafamın içinde oluşuyor şarkıların hikayeleri. Şairlik kendi içinde farklı formlara bürünebilir ama ben hiç masa başında şarkı yazdığımı hatırlamıyorum.
-Tindersticks’in müziğini en iyi tanımlayan renk ne olurdu ?
-Şekiller ve renkler çok önemli. Ama bu çok değişken bir durum. Her parçamız aynı renkte olsaydı bu çok can sıkıcı olurdu. Sanırım her parçamız kendi rengine, hatta kendi renk yelpazesine sahip aslında.
Bu yazı Babylon derginin sonbahar 2010 sayısında yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder