Finlandiya’nın kıta Avrupası’na bahşettiği en yetkin ve üretken prodüktör - müzisyenlerden biri olan Vladislav Delay (Luomo, Sistol, Uusitalo, Conoco gibi farklı adlar da kullanan arkadaşımızın asıl adıysa Sasu Ripatti) kendisinin davul ve vurmalılarda yeraldığı dörtlüsünün ilk albümünü geçtiğimiz aylarda Honest Jon’s Records etiketiyle çıkardı. Doksanların sonundan bu yana farklı isimlerle elektronik müziğin geniş coğrafyasında hoş sadalar bırakan nitelikli ve el üstünde tutulası albümler yayınlayan Vladislav Delay’in bu projesinde kendisine taş yerinde ağırdır misali önemli isimler eşlik ediyor. Yine Finlandiya çıkışlı Pan Sonic ikilisinden Mika Vainio (elektronikler), avantgarde ekolün hatırı sayılır temsilcilerinden Lucio Capece (bas klarnet ve soprano saksafon) ve Derek Shirley (kontrbas) dörtlünün diğer üyeleri.
Alışılageldiği üzere albüme odaklanmadan biraz grup üyelerinin siciline gözatalım isteriz. Vladislav Delay adını ilk olarak 2000 ve 2001 yıllarında elektronik müziğin deneysel ve soyut kanadı için çok eskilerden bu yana en önemli referans noktalarından biri olan Mille Plateaux etiketiyle çıkardığı Entain ve Anima albümleriyle ajandamıza not etmiştik. Glitch, ambient ve minimal tarzlar arasında dolanan bu albümler Delay’in ses olgusuna yaklaşımı ve onun etrafında biçimlendirdiği benzersiz tınılar dünyasına ait önemli ipuçları barındırıyordu. Rutinin dışına sarkan, yenilikçi bir dilin arayışlarının izdüşümlerini gördüğümüz ve hepsinden önemlisi kendinden emin bir kurgusal yolculuğun betimlendiği bu kuvvetli çalışmaları, Staubgold etiketiyle çıkardığı arşivlere mutlak suretle dahil edilmesi gereken Naima izledi. İkibinli yıllar ise Huume etiketiyle çıkardığı üç albümü ve Leaf etiketinden yayınladığı nitelikli çalışması Tummaa’yı beraberinde getirdi. (Bu albüme ilişkin detaylı bir yazı için lütfen bkz.: http://tinyurl.com/3jbsrlo). Öte yandan yine aynı dönemde Almanya’nın ayrıksı kadın elektronik müzisyenlerinden (aynı zamanda şair) olan Antye-Greie Fuchs (ya da bildik adıyla AGF) ile iki albüm yayınlayan Delay, ayrıca farklı tarzlara da kucak açarak Moritz Von Oswald Trio’nun da aktif bir üyesi olarak çalışmalarına devam etti.
Dörtlünün diğer üyesi olan Mika Vainio elektronik müzik takipçilerinin (özellikle minimal ve ambient tarzlarına yakın duranlar için) başucu isimlerinden biri. Vainio ilk olarak özellikle doksanların ikinci yarısından bugüne değin Ilpo Vaisanen ile oluşturdukları Pan Sonic adıyla çıkardıkları her albümle ezberlerimizi bozan ve birkaç saniye içinde algılanabilir, kendilerine has dokusu olan bir sesler evreni yaratmayı beceren çalışmalarıyla dikkat çekmişti. Daha sonrasında Vainio özellikle solo çalışmalarında daha ziyade ambient ve minimal kulvarlarında yol almayı tercih etti ve birçok albüm yayınladı (özellikle Touch etiketiyle yayınlanan çalışmalarını şiddetle tavsiye ederiz).
Lucio Capece ise ekibin şu ana dek tanıtmaya çalıştığımız isimlerine nazaran caz dünyasına çok daha yakın bir isim. Arjantin orjinlerine sahip Capece özellikle ikibinlerin ortasından bu yana birçok projede aktif rol almış biri. Klasik gitar eğitimi almış olmasına rağmen sonrasında soprano saksafon ve bas klarnete yönelen sanatçı, özellikle deneysel işleriyle ses getirmiş bir isim. Yine geçtiğimiz yıllarda yayınlanan bir albümünde az önce bahsi geçen Mika Vainio ile de çalışan Capece’nin Trahnie adını taşıyan bu projesine ilişkin minik bir yorum için lütfen bkz.: http://tinyurl.com/3edx2en
Kendi adıma ilk olarak bu projede adına denk geldiğim 1975 Kanada doğumlu olan ve şu anda Berlin’de yaşayan Derek Shirley ise projede kontrbas çalıyor. İkibinlerin başından bu yana farklı proje gruplarında yeralan ve birçok albümde imzası bulunan Shirley özellikle doğaçlamaya dayalı deneysel işleriyle dikkat çekiyor.
Bu girizgah sonrası gelelim dörtlünün henüz sıcaklığını koruyan ilk albümlerine. Açıkçası albüm her ne kadar bir kuartet elinden çıkmış olsa da ilk dinleyişte caz bunun neresinde diyebileceğimiz farklı bir güzergahta yolalıyor ve bu anlamda klasik melodi ve ritm duygusu arayan kulakları acımasızca savuşturarak boşa çıkarıyor.
8 parçadan oluşan albümün açılışı kulakları oldukça zorlayan yapısıyla dikkat çeken Minus Degrees, Bare Feet, Tick isimli parçayla yapılıyor. Noise estetiğinin ön planda olduğu, apokaliptik çağrışımlı sesler yumağı daha ilk parçada tekinsiz ve terkedilmiş bir alana doğru bizi çekmeyi başarıyor. Endüstriyel nüveler de taşıyan bu girişte ancak sonlara doğru daha temiz ve anlaşılır tınılar duyabiliyoruz.
12 dakikalık süresiyle albümün en uzun parçası olan Santa Teresa metalik seslerden oluşan sakin bir açılışa sahip. Doğaçlama hissiyatının kuvvetli olduğu bu dakikalarda alarm benzeri elektronikler arasına serpiştirilen diğer ögeler etkileyici bir atmosfer yaratıyor. Parçanın en dikkat çekici yanı elektronikler ve alışılmış yolların dışında çalınarak farklı ses kümelerini önümüze seren ve adete bir makinadan çıkıyormuş hissiyatı yaratan diğer seslerin iki farklı ama içiçe geçmiş okkalı bir katman yaratması.
Ardından gelen Des Abends benzer bir kurguya sahip olmakla beraber daha cesur ve gerilimi yüksek bir noktadan ilerliyor. Ani parlamalar arasından sızan elektronik süslemeler gerçekten kaotik bir evrenin kapılarını aralıyor.
Hohtokivi net şekilde Mika Vainio’nun ön planda olduğu hissini veren bir parça olarak sıradaki yerini aldıktan sonra belki de albümün en “müziğe” benzer çalışması olan Killing the Water Bed geliyor. Enstrümanları daha net ayırdedebildiğimiz bu dakikalarda üflemeliler de en azından “caz” referanslarını biraz daha yakından hissettirebiliyor. Sakin ve sürekli davul vuruşları arasından kendine yol açan üflemeliler, yine doğaçlama vurgusu kuvvetli tınılar uçuruyor kulaklarımıza bu dakikalarda.
Presentiment ağırlıklı olarak elektroniklerin başrolü kaptığı ambient referanslı bir parça olarak sırasını savarken, ardından gelen Louhos’ta ilk defa bir minik melodi ve ritm yakalıyoruz kenarından köşesinden de olsa. Albümün en derinlikli ve etkileyici parçalarından olan Louhos’ta dörtlü adeta birbirlerinin karmaşık formüllü ses üretim denklemlerini çözmüşçesine tempolu bir şekilde akıp gidiyor. Temponun da yükseldiği bu anlar bizi albümün sonuna yaklaştırırken adeta bir aksiyon filminin tüm düğümlerinin çözüldüğü girdaplı dakikaların harareti yükselmiş dakikalarını anımsatıyor.
Ve son adımda düğümün çözülmesinin ardından perdelerin kapandığı Salt Flat parçası bizi bu dolambaçlı yollardan çıkararak tekrar eve geri döneceğimiz o bildik patikanın başucuna sağ salim getirip bırakıveriyor.
Elimizdeki albüm bir caz albümü mü? Kesinlikle olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Hatta bazı açılardan içeriği ziyadesiyle eleştirilebilecek denli genelgeçer “müzik” tanım ve algılayışımızdan uzak da bir çalışma samimiyetle ifade etmek gerekirse. Ancak sizlere tanıtmaya çalıştığımız bu albüm, aslında zor tınılara aşina kulaklar için bile bilinmedik ve daha önce deneyimlenmemiş, gizli cevherler barındırdığına inandığımız bir saatlik dinleme vadediyor kanımızca. Her biri maharetlerini ziyadesiyle ispat etmiş dörtlünün derdi enstrümanlarına olan hakimiyetlerini ön plana çıkarmak değil elbette. Enstrümanları gerçek anlamda bir araç olarak kullanarak elektroniklerin de desteğiyle yaratılan çok katmanlı bu yapıda asıl ön plana çıkarılan doğaçlamanın da getirdiği özgürlüğün yanısıra bu katmanlar arasında dokusal bir bütünlük yaratmak. Dörtlünün sınırları zorlayarak bu hedef doğrultusunda ortalama üstü ve dışı bir çalışmaya imza attığını belirtmek sanıyoruz ki doğru bir ifade olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder