Müzikal genlerimizin hücre çeperlerinde hiç çıkmamacasına derin ve haysiyetli izler bırakan, rock müziğinin çoğul katmanlı coğrafyasında kendine has kimyasıyla farklı bir yer edinmiş ve her daim farklı güzergahlarda kimlikli, ilerici ve araştırmacı bir seyrüseferin kaptanlığını yapmış gruplardan biri olarak King Crimson’ı anarak değerlendirme yazımıza da bir giriş yapmış olalım. Çıkınlarımızda biriktirdiğimiz binbir türlü en iyiler listelerinin içine envayi çeşit yoldan sızabilecek çokça çalışmaya imza atmış King Crimson’ın bu satırların yazarı için de, mevkisine diğerlerinin pek rahatlıkla yaklaşamayacağı özel bir yeri olduğunu da belirtmeden geçmek istemem; bir nev-i müzikal vefa borcumuzun yazınsal ödemesi diyelim.
İnsanın kendini hayat memat meseleleriyle sorguladığı, farklı ve yeni açılımlara aç olduğu, değişimin önemli bir tetikleyici mekanizma işlevi gördüğü ve belki de sıradanlaşmanın ötesine ışık tutabilecek manevralara iç geçirdiği, rutine çomak sokan her çabaya alkış tuttuğu bir sürecin en verimli, en derinlikli, en “vay anasını be”li, en ama en kişilikli dinlemelerinin ana öznesi olarak King Crimson.
Progresif rock tanımlamasının hakkını müziğinin son notasına dek veren, hayran listesinin başına ismimizi yazdırmak için başımızı koyacak denli etkilendiğimizi itiraf etmekten sakıncadan ziyade gurur duyacağımız, grubun gitaristi ve kurucularından Robert Fripp’e neredeyse müritlik seviyesinde gönül bağımız olan King Crimson. “In The Court Of The Crimson King”deki kaotik müziğin mimarı, “Lizard”daki zenginliğin evsahibi, “Larks’ Tongues In Aspic”deki delişmen gezinmelerin neferi, “Red” ve “Starless and Bible Black”deki karanlık atmosferin çizeri, “Three Of A Perfect Pair”deki melodik derinliğin yol göstericisi gibi onlarca sıfatla, rock müziğini sadece kulaklarımızda devinen notalar kümesi olmaktan çıkarıp neredeyse notalarla adım adım inşa edilen bir sanatsal form kıvamına gelecek denli yoğunlaştıran, derinleştiren ve zenginleştiren King Crimson. 90’lardaki tekrar birleşme nostaljisinde dahi “THRAK” gibi kalburüstü çalışmalarla hala kulvar değişiklikleri yapmayı becerip, bizi olduğumuz yere mıhlamayı beceren King Crimson. Yazsak klavyenin tuşları eskiyinceye dek yazılacak denli dolu dolu bir grup olarak King Crimson. Saygı.
King Crimson tarihinin başat figürü olarak siyah kazağı, professor gözlükleri ve Les Paul tipi elektro gitarı ile bir ikon olarak Robert Fripp ustayı yerleştireceksek, kendi adıma arda kalan alanda altını bir hayli kalınca çizmek isteyeceğim diğer desen de Adrian Belew ( vokal ve gitar ) olurdu. 60 yaşındaki usta gitarist gerçekten insan hafsalasını sarsacak denli "ağır" isimlerin ve projelerin içine dahil olmuş biri. Başlangıcı Frank Zappa ile yapmış. Onunla turnedeyken David Bowie’ye denk gelmiş. Talking Heads’i arada es geçmemiş. Nihayetinde Robert Fripp ile el sıkışarak 1981’de King Crimson’a dahil olmuş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine lezzetindeki bu maceradaki isimlerle aynı müzikal kadrajda yeralmak öyle her babayiğidin he deyince yapabileceği bir şey değil tabii. Saygı sürüm 2.
Adrian Belew, King Crimson dışında solo projelerinde ise daha mutedil, akustik ve sakin bir yol izlemeyi tercih ederek 10’a yakın albüm yayınladı. 2006 yılına geldiğimizde ise 20’li yaşlarının başındaki iki kardeşle; davulcu Eric Slick ve kızkardeşi basçı Julie Slick ile “Adrian Belew Power Trio” projesini başlattı. Bu arada gözden kaçmaması için Belew’in vokaldeki yürek burkma potansiyeli yüksek, kristalize, kişilikli ve derinlikli sesinin de vurgusunu yapalım. ( İki örnek olarak “VROOOM” albümünden kulaklarıma kazınan “One Time” ve “Walking On Air”i verebiliriz mesela ).
2009 yılı içinde piyasaya çıkan “e” albümü tüm parça isimlerinin harflerden oluştuğu ve vokalin olmadığı bir çalışma. 30 saniyede bile bizi başka diyarlara götürmeyi beceren müthiş bir melodi ile açılıyor albüm; “a”. Hemen ardından son versiyon bir karaoke cihazından King Crimson müzikleri çalmaya başlıyor adeta. Yüksek temposu, iç çeker gibi soluklanan gitar nağmeleri, basın güçlü işbirliği ve davulun desteğiyle ortamı ısındırıyor. “a3” te benzer bir müzikal doku, davulun biraz daha ön planda olduğu ve gitarla çekiştiği bir ambiyans yaratıyor. “b” iyiden iyiye King Crimson solumaya başladığımız, Belew’in ekip arkadaşlarıyla ortaklığının, minik gitar soloları ve arka planda çok devingen bir görüntü sergileyen bas gitar arasında heyecan verici bir standart yakaladığı parça oluyor ( albümün en iyilerinden biri ). Kısa süreli iki parça olarak “b2” ve “b3” King Crimson soslu ama yan yollara da çıkmaktan çekinmeyen minik arayışların sergilendiği pasajlar sunuyorlar birlikte. Bu çizgide devam eden albümde kapanışın öncesinde Belew yine sadece bir dakikalık bir süre içinde eski aşklar, puslu havalar, ılık rüzgarlar ve sonbahar esintileri kıvamında pastoral bir manzarayı notalarına damlatmayı beceriyor. Kapanış dinamik, ritmik ve Belew liderliğinde davul ve basın hafiften kopma noktasına eriştiği mükemmel “e2” parçasıyla yapılıyor.
Nota Bene yol haritasının merkez noktasına çok yakın durmasa da vurguyu hakeder bir albüm olarak “e”yi bu sayfalara taşımamızın ardında Belew’un dudak uçuklatan müzikal CVsi dışında, bunca tecrübe ve birikime rağmen 22 ve 23 yaşlarındaki iki genç ve enstrümanlarının hakkını veren müzisyenle farklı bir arayış içine girmedeki cesareti ve efsanevi King Crimson tedrisatından geçtiği her halinden belli bir mönü ortaya çıkarsa da bunun içine farklı lezzetler katmasını beceren övgüye değer tavrının da etkin olduğunu belirtmek isteriz. Ne demişler demeyelim, “e” demişler diyelim…
exquisitely
engineered
electric
eclectic
energetic
esthetic
excellence
İnsanın kendini hayat memat meseleleriyle sorguladığı, farklı ve yeni açılımlara aç olduğu, değişimin önemli bir tetikleyici mekanizma işlevi gördüğü ve belki de sıradanlaşmanın ötesine ışık tutabilecek manevralara iç geçirdiği, rutine çomak sokan her çabaya alkış tuttuğu bir sürecin en verimli, en derinlikli, en “vay anasını be”li, en ama en kişilikli dinlemelerinin ana öznesi olarak King Crimson.
Progresif rock tanımlamasının hakkını müziğinin son notasına dek veren, hayran listesinin başına ismimizi yazdırmak için başımızı koyacak denli etkilendiğimizi itiraf etmekten sakıncadan ziyade gurur duyacağımız, grubun gitaristi ve kurucularından Robert Fripp’e neredeyse müritlik seviyesinde gönül bağımız olan King Crimson. “In The Court Of The Crimson King”deki kaotik müziğin mimarı, “Lizard”daki zenginliğin evsahibi, “Larks’ Tongues In Aspic”deki delişmen gezinmelerin neferi, “Red” ve “Starless and Bible Black”deki karanlık atmosferin çizeri, “Three Of A Perfect Pair”deki melodik derinliğin yol göstericisi gibi onlarca sıfatla, rock müziğini sadece kulaklarımızda devinen notalar kümesi olmaktan çıkarıp neredeyse notalarla adım adım inşa edilen bir sanatsal form kıvamına gelecek denli yoğunlaştıran, derinleştiren ve zenginleştiren King Crimson. 90’lardaki tekrar birleşme nostaljisinde dahi “THRAK” gibi kalburüstü çalışmalarla hala kulvar değişiklikleri yapmayı becerip, bizi olduğumuz yere mıhlamayı beceren King Crimson. Yazsak klavyenin tuşları eskiyinceye dek yazılacak denli dolu dolu bir grup olarak King Crimson. Saygı.
King Crimson tarihinin başat figürü olarak siyah kazağı, professor gözlükleri ve Les Paul tipi elektro gitarı ile bir ikon olarak Robert Fripp ustayı yerleştireceksek, kendi adıma arda kalan alanda altını bir hayli kalınca çizmek isteyeceğim diğer desen de Adrian Belew ( vokal ve gitar ) olurdu. 60 yaşındaki usta gitarist gerçekten insan hafsalasını sarsacak denli "ağır" isimlerin ve projelerin içine dahil olmuş biri. Başlangıcı Frank Zappa ile yapmış. Onunla turnedeyken David Bowie’ye denk gelmiş. Talking Heads’i arada es geçmemiş. Nihayetinde Robert Fripp ile el sıkışarak 1981’de King Crimson’a dahil olmuş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine lezzetindeki bu maceradaki isimlerle aynı müzikal kadrajda yeralmak öyle her babayiğidin he deyince yapabileceği bir şey değil tabii. Saygı sürüm 2.
Adrian Belew, King Crimson dışında solo projelerinde ise daha mutedil, akustik ve sakin bir yol izlemeyi tercih ederek 10’a yakın albüm yayınladı. 2006 yılına geldiğimizde ise 20’li yaşlarının başındaki iki kardeşle; davulcu Eric Slick ve kızkardeşi basçı Julie Slick ile “Adrian Belew Power Trio” projesini başlattı. Bu arada gözden kaçmaması için Belew’in vokaldeki yürek burkma potansiyeli yüksek, kristalize, kişilikli ve derinlikli sesinin de vurgusunu yapalım. ( İki örnek olarak “VROOOM” albümünden kulaklarıma kazınan “One Time” ve “Walking On Air”i verebiliriz mesela ).
2009 yılı içinde piyasaya çıkan “e” albümü tüm parça isimlerinin harflerden oluştuğu ve vokalin olmadığı bir çalışma. 30 saniyede bile bizi başka diyarlara götürmeyi beceren müthiş bir melodi ile açılıyor albüm; “a”. Hemen ardından son versiyon bir karaoke cihazından King Crimson müzikleri çalmaya başlıyor adeta. Yüksek temposu, iç çeker gibi soluklanan gitar nağmeleri, basın güçlü işbirliği ve davulun desteğiyle ortamı ısındırıyor. “a3” te benzer bir müzikal doku, davulun biraz daha ön planda olduğu ve gitarla çekiştiği bir ambiyans yaratıyor. “b” iyiden iyiye King Crimson solumaya başladığımız, Belew’in ekip arkadaşlarıyla ortaklığının, minik gitar soloları ve arka planda çok devingen bir görüntü sergileyen bas gitar arasında heyecan verici bir standart yakaladığı parça oluyor ( albümün en iyilerinden biri ). Kısa süreli iki parça olarak “b2” ve “b3” King Crimson soslu ama yan yollara da çıkmaktan çekinmeyen minik arayışların sergilendiği pasajlar sunuyorlar birlikte. Bu çizgide devam eden albümde kapanışın öncesinde Belew yine sadece bir dakikalık bir süre içinde eski aşklar, puslu havalar, ılık rüzgarlar ve sonbahar esintileri kıvamında pastoral bir manzarayı notalarına damlatmayı beceriyor. Kapanış dinamik, ritmik ve Belew liderliğinde davul ve basın hafiften kopma noktasına eriştiği mükemmel “e2” parçasıyla yapılıyor.
Nota Bene yol haritasının merkez noktasına çok yakın durmasa da vurguyu hakeder bir albüm olarak “e”yi bu sayfalara taşımamızın ardında Belew’un dudak uçuklatan müzikal CVsi dışında, bunca tecrübe ve birikime rağmen 22 ve 23 yaşlarındaki iki genç ve enstrümanlarının hakkını veren müzisyenle farklı bir arayış içine girmedeki cesareti ve efsanevi King Crimson tedrisatından geçtiği her halinden belli bir mönü ortaya çıkarsa da bunun içine farklı lezzetler katmasını beceren övgüye değer tavrının da etkin olduğunu belirtmek isteriz. Ne demişler demeyelim, “e” demişler diyelim…
exquisitely
engineered
electric
eclectic
energetic
esthetic
excellence
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder