Sonsuz ve aritmik bir döngüselliğin gölgelerinde çırpınan bizler için, inançlar her daim aklımıza yatar derecede elle tutulur bir mantıkla örtüştüremediğimiz varlık ve yaratılış kökenli sorularımız için dimağımızı rahatlatan açık kapılar bırakabilme nitelikleriyle, sıklıkla benliğimizi sarmaladığımız manevi korunaklar olmuştur. Bu yönüyle insanın kendini ve varlık nedenini sorguladığı her yolculuk, kenarından köşesinden mistik, gizemli, karanlık ve gizli patikalarla örülmüş bir içsel güzergah oluşturmaya meyletmiştir. Bu yol da aslında Descartes’ın “Cogito, ergo sum” izleğinde en somuta indirgenen düşünme eylemi ile de kesişerek ve belki de belirsizliğin sarmalından kaçınabilmek adına kendi genelgeçer kabuller listemize dahlederek, zihinlerimizde onlarca karartılmış alan ve tabaka meydana getirmiştir. Ve vijdan tartısında biliriz ki başkalarında bizi en derinden acıtan aslında bu karartılmış alanlara mahkum ettiğimiz kendi eksikliklerimizdir. Ve en çok acıyı da oraya temas edildiğinde tecrübe ederiz. Ey blogger, konuyu dağıtma !
İşte bu karartılmış alanda tahripkar bir tonal portföyle gezinen, tamamen kendine ait bir dil yaratarak herkesçe bilinmeyen ve anlaşılamayanın üzerine inatla ve süreklilikle odaklanan, imkansız olanı dillendirmeye çalıştığını belirterek “satori”yi aradığını ifade eden bir isim düşüyor Nota Bene’nin ajandasına bugünlerde. Malum Budizmde “satori” insanın düşünceden sıyrılarak çoğunlukla içgörüsel bir deneyimle ve anlık olarak yaşadığı aydınlanma olarak ifade ediliyor. Bu çerçevede önümüzde bahsettiğimiz iki güzergah arasındaki dolambaçlı yolda cüretkar ve tavizsiz tavrıyla uzunca süredir yolalan müzikal bir kimlik var. İnanın anlatması da dinlemesi de kolay değil. Bir nev-i “karanlıklar prensi” adını da rahatlıkla yakıştırabileceğimiz biri karakter : Keiji Haino. Nedir ? Mesela…
Kendinizi tüm ışıkların söndüğü, sadece yarı gri bir spotun tozlar arasında gezinirken süpürge misali beline kadar uzanan siyah saçlarının bir kısmını aydınlattığı, yüzünde kocaman bir etiket gibi taşıdığı siyah gözlüklerinin ardında, tamamen siyah deriden ve takılarla bezenmiş bir kıyafete bürünmüş, elinde adeta bir uzvu görümündeki gitarı taşımakta zorlanıyormuş hissi veren ve belli belirsiz devinimleriyle bir insandan çok programlanmış bir hipnoz edici oyuncak-makinaya benzeyen birini düşünün. Ve tüm o karanlığın içinden bu yarı insan görünümlü figürün size gitarıyla çizdiği apokaliptik, nihilist, egoist ve anarşist haykırışların bünyenize acımasızca, defalarca ve hoyrat bir yolla zerkedildiğini….Hımmm...
Keiji Haino 60’ına merdiven dayamış, 70’lerden bu yana aktif, solo çalışmalarının yanı sıra birçok projede ana figür olarak yer almış ve hatırı sayılır sayıda farklı müzisyenle de ( Faust, Jim O'Rourke, Derek Bailey, Peter Brötzmann, Loren Mazzacane Connors, Bill Laswell, John Zorn, Mike Patton, John Duncan ve Fred Frith gibi ) ortak çalışmalar yapmış bir isim. Sanıyorum yarattığı projeler arasında başlangıçta bir ikili olarak başlayıp daha sonra zaman içinde trioya dönüşen Fushitsusa ( kuruluş 1978 – en aktif dönem 90’lar ), Haino’yu biraz daha bilinir / görünür kılan en önemli projesi. Dip toplamda Haino’yu rock, doğaçlama, noise, saykodelik, minimalizm ve drone gibi katmanlarda tamamen kendine ait bir dille kurguladığı çoğul referanslı / tekil yansımalı görsel – işitsel estetiğiyle daha önce gün yüzü görmemiş alanlar arasında dolaşan bir müzisyen olarak değerlendirmek mümkün kanımca.
Her ne kadar girizgahı kodlaması ve okuması güçlükler içeren Haino üzerinden yapsak da hakkında birkaç kelam edeceğimiz albüm Finlandiyalı elektronik müzik üstadları Pan Sonic ile Keiji Hiano’nun ortak ( ? - bu konuya döneceğiz ) çalışmaları. Birlikte 2007 yılının kasım ayında Berlin’de gerçekleştirdikleri performansın kayıtlarının 2009 yılı içinde “Blast First” etiketiyle yayınlanmasıyla mevcudiyete erişmiş albümün adı da bir hayli sancılı: “Shall I Download A Blackhole And Offer It To You”. Me ??
80 dakikaya yaklaşan bu ayinvari müzikal yolculuk bir ortak çalışma olarak görünse de fazlasıyla Haino-esk bir tabiata daha ilk parçadan itibaren bürünüyor. İkilinin ( Pan Sonic ve Keiji Haino ) farklı bir kimya meydana getirmeksizin Haino’nun gitarının yol göstericiliğinde zaman zaman acımasız, kaba ve çiğ vokalleriyle bezenmiş parçalarda Pan Sonic birkaç parça dışında kendi müziğinin tohumlarını Haino ile çiftleştirmektense, sadece kenara köşeye bir kaç avuç serpmiş görünüyor. Aslında Haino’nun bu anlamda ortak çalışma yapmak için güç bir isim olduğunu da belirtmek lazım. Zira akacak su kendi mecrasını bulur misali Haino’nun müzikal kimliği de bir zeytinyağı kıvamında hemen üst katmanlarda bir yere konuşlanıyor; zaman zaman arka planda kalmış hissi yaratır gibi olduğunda da daha coşkulu, daha delişmen, daha primitif ve içedönük, kapalı ( ezoterik mi desem ? ) bir kurgu ile tekrar sahnenin önüne kendini atıveriyor.
İsimsiz parçalardan ilki drone olarak ifade edebileceğimiz sessiz sedasız, kendi meşrebinde yankılanan uzun bir ses kolajı ile başlamasına rağmen giderek artan bir tempo içinde gitarın mezbaha / marangozhane karışımı devinen makina sesleri çıkararak parçaya girmesiyle noise vari bir hale evriliyor. İkinci parça albümde Pan Sonic’in etkisinin en çok hissedildiği ve Haino’nun karanlık sesinin kıvrımlarıyla düstursuzca ve biraz da korkarak / çekinerek karşılaştığımız ilk parça oluyor. Üçüncü adımda Haino’nun vokalleri biraz daha usturublu, fazla saldırgan değil; ama gitarından çıkıp uzayıp giden notalar arka planda Pan Sonic’in titreyen baslarıyla iyi bir kimya yakalıyor. Ardından gelen parçada Pan Sonic referanslı bir altyapı üzerine yine Haino’nun bu defa sert, bol distorsiyonlu ve ekolu gitarını duyuyuruz. Albümün devamında sahne giderek Haino’ya devrediliyor. Zaman zaman depresif, sakin, melankolik dokunuşlar ama sıklıkla gürüldeyen, dörtnala tepişen gitar nağmeleri ile bezenen parçalarda Pan Sonic ziyadesiyle bir “arka plan” deseni kıvamına indirgeniyor. Bu benim gibi Pan Sonic hayranları için kabulu biraz zor bir denge oluştursa da, Haino’nun zehir zemberek dünyasına adım atma gayretinde olanlar için hem bir referans hem de yumuşatıcı görevi gördüğünü de belirtmek gerekir.
Keiji Haino’nun eski çağlardan devşirmişçesine kullanageldiği arkaik sesiyle, gitarına yıllardır geri adım atmamacasına eklemlediği vahşi ve canhıraş çığlıklar, içsel bir patlamayı anımsatıyor adeta. Pan Sonic elektronik referanslı beyaz gürültü frekansları ve bas titreşimleri yayarak bu gizil tabakaya ara ara sızsa da, Haino’nun baskın karakteri albümün tamamını kaplıyor. Dediğim gibi böyle leblebi şeker kıvamında bir çalışma değil elimizdeki malzeme; insanın şirazesini bozabilecek denli yabani, işlenmemiş ama üzerinde çokça çalışılmış bir kolaj. Adeta yeraltından notlar değil notalar, kolay gele…
İşte bu karartılmış alanda tahripkar bir tonal portföyle gezinen, tamamen kendine ait bir dil yaratarak herkesçe bilinmeyen ve anlaşılamayanın üzerine inatla ve süreklilikle odaklanan, imkansız olanı dillendirmeye çalıştığını belirterek “satori”yi aradığını ifade eden bir isim düşüyor Nota Bene’nin ajandasına bugünlerde. Malum Budizmde “satori” insanın düşünceden sıyrılarak çoğunlukla içgörüsel bir deneyimle ve anlık olarak yaşadığı aydınlanma olarak ifade ediliyor. Bu çerçevede önümüzde bahsettiğimiz iki güzergah arasındaki dolambaçlı yolda cüretkar ve tavizsiz tavrıyla uzunca süredir yolalan müzikal bir kimlik var. İnanın anlatması da dinlemesi de kolay değil. Bir nev-i “karanlıklar prensi” adını da rahatlıkla yakıştırabileceğimiz biri karakter : Keiji Haino. Nedir ? Mesela…
Kendinizi tüm ışıkların söndüğü, sadece yarı gri bir spotun tozlar arasında gezinirken süpürge misali beline kadar uzanan siyah saçlarının bir kısmını aydınlattığı, yüzünde kocaman bir etiket gibi taşıdığı siyah gözlüklerinin ardında, tamamen siyah deriden ve takılarla bezenmiş bir kıyafete bürünmüş, elinde adeta bir uzvu görümündeki gitarı taşımakta zorlanıyormuş hissi veren ve belli belirsiz devinimleriyle bir insandan çok programlanmış bir hipnoz edici oyuncak-makinaya benzeyen birini düşünün. Ve tüm o karanlığın içinden bu yarı insan görünümlü figürün size gitarıyla çizdiği apokaliptik, nihilist, egoist ve anarşist haykırışların bünyenize acımasızca, defalarca ve hoyrat bir yolla zerkedildiğini….Hımmm...
Keiji Haino 60’ına merdiven dayamış, 70’lerden bu yana aktif, solo çalışmalarının yanı sıra birçok projede ana figür olarak yer almış ve hatırı sayılır sayıda farklı müzisyenle de ( Faust, Jim O'Rourke, Derek Bailey, Peter Brötzmann, Loren Mazzacane Connors, Bill Laswell, John Zorn, Mike Patton, John Duncan ve Fred Frith gibi ) ortak çalışmalar yapmış bir isim. Sanıyorum yarattığı projeler arasında başlangıçta bir ikili olarak başlayıp daha sonra zaman içinde trioya dönüşen Fushitsusa ( kuruluş 1978 – en aktif dönem 90’lar ), Haino’yu biraz daha bilinir / görünür kılan en önemli projesi. Dip toplamda Haino’yu rock, doğaçlama, noise, saykodelik, minimalizm ve drone gibi katmanlarda tamamen kendine ait bir dille kurguladığı çoğul referanslı / tekil yansımalı görsel – işitsel estetiğiyle daha önce gün yüzü görmemiş alanlar arasında dolaşan bir müzisyen olarak değerlendirmek mümkün kanımca.
Her ne kadar girizgahı kodlaması ve okuması güçlükler içeren Haino üzerinden yapsak da hakkında birkaç kelam edeceğimiz albüm Finlandiyalı elektronik müzik üstadları Pan Sonic ile Keiji Hiano’nun ortak ( ? - bu konuya döneceğiz ) çalışmaları. Birlikte 2007 yılının kasım ayında Berlin’de gerçekleştirdikleri performansın kayıtlarının 2009 yılı içinde “Blast First” etiketiyle yayınlanmasıyla mevcudiyete erişmiş albümün adı da bir hayli sancılı: “Shall I Download A Blackhole And Offer It To You”. Me ??
80 dakikaya yaklaşan bu ayinvari müzikal yolculuk bir ortak çalışma olarak görünse de fazlasıyla Haino-esk bir tabiata daha ilk parçadan itibaren bürünüyor. İkilinin ( Pan Sonic ve Keiji Haino ) farklı bir kimya meydana getirmeksizin Haino’nun gitarının yol göstericiliğinde zaman zaman acımasız, kaba ve çiğ vokalleriyle bezenmiş parçalarda Pan Sonic birkaç parça dışında kendi müziğinin tohumlarını Haino ile çiftleştirmektense, sadece kenara köşeye bir kaç avuç serpmiş görünüyor. Aslında Haino’nun bu anlamda ortak çalışma yapmak için güç bir isim olduğunu da belirtmek lazım. Zira akacak su kendi mecrasını bulur misali Haino’nun müzikal kimliği de bir zeytinyağı kıvamında hemen üst katmanlarda bir yere konuşlanıyor; zaman zaman arka planda kalmış hissi yaratır gibi olduğunda da daha coşkulu, daha delişmen, daha primitif ve içedönük, kapalı ( ezoterik mi desem ? ) bir kurgu ile tekrar sahnenin önüne kendini atıveriyor.
İsimsiz parçalardan ilki drone olarak ifade edebileceğimiz sessiz sedasız, kendi meşrebinde yankılanan uzun bir ses kolajı ile başlamasına rağmen giderek artan bir tempo içinde gitarın mezbaha / marangozhane karışımı devinen makina sesleri çıkararak parçaya girmesiyle noise vari bir hale evriliyor. İkinci parça albümde Pan Sonic’in etkisinin en çok hissedildiği ve Haino’nun karanlık sesinin kıvrımlarıyla düstursuzca ve biraz da korkarak / çekinerek karşılaştığımız ilk parça oluyor. Üçüncü adımda Haino’nun vokalleri biraz daha usturublu, fazla saldırgan değil; ama gitarından çıkıp uzayıp giden notalar arka planda Pan Sonic’in titreyen baslarıyla iyi bir kimya yakalıyor. Ardından gelen parçada Pan Sonic referanslı bir altyapı üzerine yine Haino’nun bu defa sert, bol distorsiyonlu ve ekolu gitarını duyuyuruz. Albümün devamında sahne giderek Haino’ya devrediliyor. Zaman zaman depresif, sakin, melankolik dokunuşlar ama sıklıkla gürüldeyen, dörtnala tepişen gitar nağmeleri ile bezenen parçalarda Pan Sonic ziyadesiyle bir “arka plan” deseni kıvamına indirgeniyor. Bu benim gibi Pan Sonic hayranları için kabulu biraz zor bir denge oluştursa da, Haino’nun zehir zemberek dünyasına adım atma gayretinde olanlar için hem bir referans hem de yumuşatıcı görevi gördüğünü de belirtmek gerekir.
Keiji Haino’nun eski çağlardan devşirmişçesine kullanageldiği arkaik sesiyle, gitarına yıllardır geri adım atmamacasına eklemlediği vahşi ve canhıraş çığlıklar, içsel bir patlamayı anımsatıyor adeta. Pan Sonic elektronik referanslı beyaz gürültü frekansları ve bas titreşimleri yayarak bu gizil tabakaya ara ara sızsa da, Haino’nun baskın karakteri albümün tamamını kaplıyor. Dediğim gibi böyle leblebi şeker kıvamında bir çalışma değil elimizdeki malzeme; insanın şirazesini bozabilecek denli yabani, işlenmemiş ama üzerinde çokça çalışılmış bir kolaj. Adeta yeraltından notlar değil notalar, kolay gele…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder