Birkaç yıl evvel Barselona’daki Primavera festivaline gitme
kararım sonrası açılan yolda bu yılki durağım Danimarka’da 42.si düzenlenen
Roskilde Festivali oldu. Kabaca bir yıllık geçmişi olan AVEA Blogger Fikir
Takımı’nın üyelerinden biri olarak minik bir ekiple gerçekleştirdiğimiz
Roskilde Festivali maceramı iki ayrı bölüm halinde blog sayfalarına taşımak niyetindeyim.
Ayrı bir başlık dahilinde kısa zaman içinde yazıp bloga ekleyeceğim genel
konser izlenimlerine ek olarak, şimdilik ( önden ) önümüzdeki yıllarda
Roskilde’ye yolu düşebilecekler için belki de minik bir rehber görevi
üstlenebilecek bir karışık notlar silsilesiyle başlamak istiyorum.
*Öğrendiğime göre Roskilde’ye minik bir havaalanı inşa
edilmiş ama buradan uçuş yok. Adresimiz Kopenhag havaalanı ve sonrasında tren
ya da araba ile yaklaşık 35-40 dakikalık bir yolculuk. Yani Roskilde - Kopenhag
merkez arası pek uzak değil diyelim. Elbette bisikletle gelen de bol...
*Tahmin edilebileceği üzere Roskilde minik ve muhtemelen
festival harici zamanlarda ( hatta kısmen festival esnasında da ) ölü
denebilecek durgunlukta küçük bir kasaba. Öyle volta atılacak falan pek bir
yeri yok. İşte klasik bir meydan, birkaç orta çapta restaurant ( elbette El
Turco kebap house falan burada da var ) ve market diyelim özetle.
*Roskilde merkez ile festival alanı arasında ring yapan
otobüslere binilebileceği gibi ( 20 kuron ) sıcaktan ve terden pişmiş Danimarka
gençlerinden kendinizi sıyırıp yaklaşık 20 dakikalık tempolu bir yürüyüşle
Roskilde merkez – festival arası erişimi sağlamanız da mümkün. Yürüyüş yolunun
ortalarında denk geleceğiniz kocaman çimenlik alanda minik bir piknik lezzeti
yakalamak da olası. Elbette piknik tüp ve kendin pişir kendin ye olayına
girmeden.
*TIGER isimli zincir mağazalar her derde deva ürün yelpazesi
ve ucuz fiyatlarıyla son dakika eksiklerini kapamak için birebir. Bir su alana
bir su bedava kampanyası umarım her festival dönemi devam ediyordur.
*Festival 5-8 Temmuz arası dört gün sürse de, 30 Haziran-4
Temmuz arasında da bir warm up session var. Özetle Danimarkalı gençler bir
haftayı aşkın süre Roskilde festival alanını evleri belliyorlar. Ye iç yat sı...
stayla!
*Her daim yağmur yağma riskine karşı bir adet balıkçı
çizmesi, sabah çadırda bel ağrılarıyla uyanmamak için bir adet mat ve üşümemek
için de bir minik battaniye olmazsa olmazlar listesine eklenmeli derim, hatta
yazarım da. Bolca yağmur sonrası çamur olan yollara anında dökülen samanların
çok işe yaradığını da belirtelim bu arada.
*Biraz da basına dağıtılan dökümandan Roskilde’ye rakamlarla
bakalım :
-2012’de 77.500 kombine ve 20.000 tek günlük bilet satılmış.
-Festivalde 30.000’den fazla gönüllü görev almış.
-Ortalama yaş 23. Ve şimdi sıkı durun bu ortalama 23
yaşındaki İskandinav öğrenci festival boyunca yine ortalama 630 euro para
harcıyormuş. NO COMMENT!
-Roskilde’ye yurtdışından katılım % 8 civarında.
-60 yaş üstü ve 10 yaş altı ücretsiz girebiliyor festivale.
*Festival alanı biraz büyükçe : En en en ama en toplamda
festival alanı 215 futbol sahası büyüklüğünde, ki bu da 1,5 milyon metrekare
ediyor. Kabaca dağılım da şöyle :
-Festival alanı : 166.000 m2
-Kapalı alanlar : 200.000 m2
-Kamp alanları : 940.000 m2
-Park alanları : 270.000 m2
*Kurulan çadır sayısı da 50.000 adet.
*Festivali 42 yıldır yapıyor olmanın getirdiği pek çok artı
mevcut. Bunları da kolay okunsun diye maddeler halinde yazayım dedim :
-Etrafta boğucu bir güvenlik yok. Sadece her kapı geçişinde
bileklikler devamlı kontrol ediliyor ( direk elle ). Öyle elli çeşit bileklik
de yok ( gibi geldi bana ).
-Tuvalet sırası genel anlamda yok. Farklı tipte ve alanın
her yerine dağılmış çokça tuvalet var. Evet, doğru tahmin ettiniz, elimde
tuvalet sayısı da var. Tam 1.700 adet ( 500 adeti sifonlu, 1.200 adeti eko
tuvalet ). Tuvalet konusu ekstra birkaç notu hakediyor aslında. Bir kere
ortalama Danimarka genci ( erkeği – kadını ) her an her yere küçük ( ve hatta
zaman zaman büyük ) tuvaletini yapabilir, buna dikkat etmek lazım. Giderim,
dört gün çadırda kalırım diyenleri kesif bir ürinal kokunun ve göz yoran bir
pisliğin ( evet, kamp alanları ziyadesiyle pis her şeye rağmen ! ) beklediğini
not edelim. Bundan kaçış yolu sizi çadır taşıma zahmetinden de kurtaracak olan “get
a tent” alanı. Hem daha temiz, hem de festival sonunda sizin için önceden kurulmuş
olan çadırı paketleyip eve getirebiliyorsunuz.
-Adamlar her şeyi topluyor. Bardaktan tut, kamp alanında
kırılan dökülen alet edavata ya da bir daha giymeyeceğiniz kıyafetlere kadar.
Sonra bunları da ihtiyacı olanlara paslıyorlar. Bir de DONATE YOUR REFUND olayı
var. Yani bardağı geri götürüp parasını almıyorsun, ya da oraya buraya başkası
toplasın diye bırakmıyorsun ama bu kutuya atıp bağışta bulunuyorsun gibi.
-Festival alanında kocaman bir plakçı var. Festivale gelen
kim varsa plağını CDsini satıyor. Güzel hareket. Hatta kitapçık bile
bastırmışlar özel olarak.
-Yeme içme olayında başınız pek ağrımaz. Pek çok stand ve
pek çok çeşit mevcut. Fiyatlar ortanın üstü diyelim. Ortalama makarna, sandviç
ya da fish and chips gibi yiyecekler 50-60 kuron ( 15-20 tl arası ) fiyatlara
alınabiliyor. Makarnacı 30+ yıldır oradaymış. Gece yarısı enerji düşerse
birebir.
-Bira fiyatı 36 kuron ( 12 tl gibi ). ANCAK kamp alanına
vesaire dilediğiniz kadar alkollü / alkolsüz içeçek sokabiliyorsunuz. Festival
müdavimi Danimarka gençlerinin önemli sportif aktivitelerinden biri koli koli
birayı hababam oradan oraya taşımak diyebiliriz. Ayrıca bir de sürahide bira
olayı var.
Haydin festival notlarına devam edelim :
*Tamam adamlar sağa sola tuvaletini yapıyor belki ama sabah
bir kalkıyorsun, diş fırçalamak için onlarca adam kuyrukta bekliyor. Buyur buna
ne diyeceksin ? Bilinç...
*Danimarka gençleri klasik “güzel insan” tarifimize uyan
endamdalar, değildir diyen özelden gelsin. Sanırım o yüzden kendi içlerinde
farklılaşmak için iki ana yol bulmuşlar; saç ve gözlük. Erkeği kızı envai çeşit
saç modeli ve gözlük çeşidiyle festival alanı bu anlamda bir moda şovu
andırıyor.
*Festivalin ana ve tek sponsoru Tuborg. Ana sahnede branding
ve her yerde Tuborg satılması dışında diğer alanlarda reklamları yok. Benzer
bir tespiti Barcelona / Primavera fstivalinde de yapmıştım. Memleket
hudutlarında bu olaya bakış biraz daha farklı ( elbette ki haklı gerekçelerle
).
*Tüm konserlerde sahne önünde gönüllü çalışanlar
dinleyicilere ücretsiz su dağıtıyor. Hem sıcaktan hem de alkolden oluşabilecek
riskleri minimize etmek için. Evet evet içilebilen sular bunlar.
*Ana ekranlarda en çok güvenlikle ilgili görseller dönüyor.
Güvenlik senden başlar, yanındakine dikkat et, sorun görürsen güvenliğe haber
ver şeklindeki üç basit uyarı cümlesi ciddi bir bilinç uyandırmış olacak ki üç-dört
defa bir kenarda köşede az biraz dinleneyim dediğimde hemen biri omuzuma
tıklayıp arkadaşım iyi misini çekiverdi.
*Alkolün bolca tüketilmesine rağmen minnacık dahi olsa bir
gerginlik, itiş kakış görmediğimi de not olarak geçmek isterim dört gün boyunca.
Aşırı derecede uçmuş bir arkadaşın dört görevli tarafından el bebek gül bebek
taşınmasını sizlerin de görmesini isterdim açıkçası.
*Ana ekranlarda çıkan videolardan biri “Speak Your Mind, Not
Someone Else’s” diyordu. Güzel mesaj !
*Bir diğer videoda ise “Talk Less” mesajı vardı. Ah ah diye
içgeçiriverdim sadece...
*Bu arada Roskilde’de hava ancak 23:00 gibi kararıyor ve
03:30 – 04:00 dedin mi komple aydınlanıyor. Bu da kabaca programın sonuna kadar
alanda kalırsanız çadıra uyumak için gittiğinizde sizi aslında yeni kalkmışsınız
gibi bir havanın karşılıyor olacağı gerçeği. Aklınızda bulunsun...
Konser notlarımızda buluşmak üzere efenim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder