13 Mayıs 2013 Pazartesi

Valgeir Sigurðsson./ Ekvílíbrium. Bedroom Community (minima)


Son bir iki sezondur memleketi saran Nordik havalardan esinlenerek bu ayki “Plase” kartımızı, 2007 yılında çıkan bir albümden ve İzlandalı prodüktör ve müzisyen Valgeir Sigurðsson’dan yana kullandık. Bu tercihimizde elimizin altındaki albümün Nordik harekatın tüm köşetaşı özelliklerini taşıyor olması da etken oldu elbette. Bir yandan IDM referanslı minimal kurgular ve hafif deneysel esintiler, bir yandan düşük tempolu, biraz gri ve karanlık tınılar ve bir yandan da adeta yanıbaşınızda bir oda orkestrası çalıyormuş hissi veren minik partisyonlar, düzenlemeler... Hele bazen tüm bunların arasına o aksanlı vokaller de girdi miydi işte buyrun size kış ayları için kestane ve çay seanslarına mükemmel bir eşlikçi. Özetle IDM’den ambient ve electronica sularına, neoklasik formlardan post-rock kıyılarına uzanan yelpazesi geniş, derinlikli ve nitelikli bir albüm; “Ekvílíbrium”.

Gudrun Gut. Wildlife. Monika (minima)


Müzisyenliğinin yanı sıra DJ, radyo programcısı ve prodüktör gibi farklı kimlikleri de bulunan Gudrun Gut, arada AGF ile gerçekleştirdiği çalışmayı saymazsak beş yıllık bir moladan sonra nefis bir kayıtla geri dönüyor. İmzasını attığı her çalışmada ayrıksı ve ilerici yönünü korumuş, ana akıma kendini kurban etmemiş ve değişken kodlamalar üzerinden özgün dilini yaratmış biri olarak Gut, Berlin’e birkaç saat uzaklıktaki kırsal bir bölgede hazırladığı son albümüyle de beklentileri ziyadesiyle karşılıyor. Orta temponun ana kumandasındaki parçalarda, Gut’un soğuk ama bir yandan da iç ısıtan ve konuşurcasına yaptığı vokalleriyle bezenmiş gevşek tekno altyapıları hakim. Alçakgönüllü synthlerle örülmüş ana omurganın etrafındaysa, hayli oynanmış davul ve gitar sesleriyle minimal elektronik dokunuşlar mevcut. “Garten”, “Leaves Are Falling” ve “Protecting My Wildlife” gibi parçalar isimlerinde de anlaşılacağı üzere Gut’un “doğayla başbaşa” bir süreçte hazırladığı albümü yılın en iyilerinden biri. 

Paul Banks. Banks. Matador (minima)


Interpol’ün alternatif / indie sahnesine bir armağanı niteliğindeki ikonik albümü “Turn On The Bright Lights”ın çıkışının üzerinden tam 10 yıl geçmiş derken, grubun gotik sosuna bandırılmış bariton vokali Paul Banks, daha önceden solo çalışmalarında kullandığı Julian Plenti adını bir kenara bıraktığı “Banks” albümüyle karşımıza çıktı. Bir sonraki Interpol albümü için iştah açıcı niteliğinde sayılabilecek çalışma albümün en iyilerinden olan “The Base” ile açılıyor. Albüm boyunca Banks’in kendinden emin vokali biraz daha kırılgan, yumuşak, dingin ama buna mukabil sanki daha tutkulu. Özünde kompleks yapılardan uzak, kendi hikayelerini anlatan bir Banks var bu defa karşımızda. Öte yandan müzikal olarak albüm kulaklarda yeredecek birkaç parçadan ( The Banks, Young Again, Summertime Is Coming ) fazlasını maalesef pek veremiyor. Örneğin albüme neden konduğu pek de anlaşılamayan enstrümental “Lisbon” gibi. Yine de Banks’in İstanbul ziyareti öncesi kulak kabartmakta fayda var.

Giuseppe Ielasi. Aix. Minority (minima)


Çek Cumhuriyeti orjinli Minority az sayıda ama oldukça nitelikli albümle ( DVA, Floex, Polvere, Tape, Tomas Dvorak gibi isimler anılabilir ) arz-ı endam eden “güzel” etiketlerden biri. Milano kökenli gitarist Ielasi ise deneysel elektronik müziğin son dönemdeki en parlak ve üretken isimlerinden biri. İsimsiz parçalardan oluşan 2009 çıkışlı albüm mutlak suretle yoğun bir konsantrasyonla dinlenmeyi hakediyor. Pek çok deneysel çalışmada karşımıza çıkabilecek dengesiz ve kaotik bir sesler yığınının tam aksine, rafine edilmiş seslerden örülü, her bir tınının kendi kimliğini net şekilde hissettirdiği, sesler arasında geçişkenliğin az ama bir o kadar bütünlüklü bir dinleme vadediyor Aix albümü. Albümün en önemli özelliklerinden biri zorlu içeriğine rağmen akıcı yapısı. Özetle uzunca bir romanın her bir sayfasını merakla çevirir gibi takılıp gittiğiniz etkileyici ve kulak kabartılası bir çalışma Aix.

Efterklang. Piramida. 4AD (minima)


Casper Clausen’in içe işleyen derinlikli ve dingin vokaliyle hafızalarımıza kazınan Efterklang giderek daralan kadrosuna rağmen şimdiden yılın en iyi çalışmaları arasında yerini alan dördüncü albümüyle tekrar karşımızda. Ekibin aylar öncesinde kuzey kutbuna yakın, terkedilmiş bir maden ocağına yaptıkları ziyaret esnasında kayıt altına alınan sesler albümün konsept olarak ana omurgasını oluşturuyor. Zira söz konusu tınılar Efterklang’ın bu defa daha karanlık ve hüzünlü bir evrenden seslenen parçalarına ziyadesiyle minik kırıntılar halinde ustaca yedirilmiş durumda. Efterklang’ın oda orkestrası popuyla, klasik müzik ve indie arasında gidip gelen kendilerine özgü müziğine bu albümde inen melankoli perdesi özellikle Clausen’in sesine oldukça yakışıyor. Naif, ümit vadeden, sakin ama bol katmanlı zengin bir albüm olarak özetlenebilecek Piramida’da özellikle açılış parçası Hollow Mountain’a dikkat! 

Antony And The Johnsons. Cut The World. Secretly Canadian (minima)


Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da verdiği ikinci konserinde gelenleri kırılgan ve hassas kimliğinden de beslenen muhteşem performansıyla, gel(e)meyenleri “Nasıl olur da ikinci kez kaçırırım?” diye adeta ağlatan Antony Hegarty’nin, albüme adını veren Cut The World dışındakileri eski çalışmalarından alınan bu canlı konser kaydı tam anlamıyla arşivlik bir çalışma. Hatta bir manifesto niteliğinde konuştuğu Future Feminism ise çıktısı alıp saklanacak kıvamda bir içeriğe sahip. Üzerinden birkaç ay geçmiş olsa da kurtuluşumuzun daha feminen bir dünyadan, içimizde asla söndürmememiz gereken bir umut ışığından olabileceğine olan inançla tekrar altı çizilmesi gereken bir çalışma bu. Sade, akılda kalıcı, samimi...Hepimizin içinde olsa da bir şekilde uzaklarda aradığımız tüm o güzelliklerin Antony’ye özgü bir dille, ve dolayısıyla mutluluk veren bir acıyla da yoğrulduğu nefis bir kayıt. Kendisine eşlik eden orkestranın parçalara farklı ve yeni lezzetler kattığını da es geçmeyelim.

Nosrep. Just Don’t. SpezialMaterial (minima)


2000’lerin başından bu yana aktif olan İsviçre orjinli elektronik müzik etiketi SpezialMaterial ismen çokça kimse bilmese de bugüne değin meraklısı için oldukça nitelikli albümler yayınlayan bir plak şirketi olarak takip listemizde. Monoblock B, Intricate, Softland, Solarium ve Traject gibi ortalamanın çok üstünde IDM soslu elektronika müziği icra eden bu isimlerden biri de Person. İki kişilik (Michael Eberli - Dominik Brun Del Re ) ekip sadece birkaç EP ve bir albüm kaydetmiş olsa da özellikle canlı performanslarındaki görsel şovla da dikkat çekiyorlar. Günlük hayatın içinden kayda aldıkları ses ve gürültüleri ana malzemeleri olarak kullanan ekip, IDM ve glitch’in yanı sıra hip hop’la da yoğun dirsek temasına sahip. Özetle keskin, tavizsiz, yüksek tempolu ve hırçın bir kimyaya sahip olan Nosrep’in bu 2005 çıkışlı mini albümünü elektronikanın bol dolambaçlı yollarında yeni tatlar arayanlara öneriyoruz.

Oren Ambarchi. Sagittarian Domain. Editions Mego (minima)


Avustralya orjinli Ambarchi 2012 yılının en üretken isimlerinden biri olsa gerek. Henüz Touch etiketiyle yayınlanan “Audience Of One” tazeliğini korurken ( arada Thomas Brinkmann ve Keith Rowe ile yaptığı ortak çalışmalar da cabası ), şimdi de Avusturya’nın medar-ı iftiharı plak şirketi Editions Mego’dan çıkan “Sagittarian Domain” ile bizi bir kez daha sarsmayı başarıyor. 34 dakikalık tek bir parçadan oluşan çalışmada Ambarchi gitar, davul, vurmalılar ve moogun yanı sıra vokalden de sorumlu. Kendisine ayrıca üç kişilik bir yaylılar grubu eşlik ediyor. Baş ağrıtabilecek bir kaotizme bulaşmadan adeta tek kişilik bir orkestra olarak boy gösteren Ambarchi, hemen tüm çalışmalarında oldukça rafine ama güçlü bir işitsel evren yaratmayı başaranlardan. Rock müziğin dinamizmi ile örülmüş bu evrende hipnotik bir etki yaratan döngüler ilk dinlemede tekrar ediyor hissi verse de, aslında ara pasajlarda ve üst katmanlarda adeta modern bir “krautrock” albümü hissi uyandıran oldukça zengin bir yapı bizi bekliyor. Yeni sulara yelken açmak isteyenlere birebir.

Bob Dylan. Tempest. Sony (minima)



70 yaşını geride bırakmış ve çoktan “üstad” statüsüne erişmiş Bob Dylan’ın kariyerinin 50. yılında çıkardığı 35. stüdyo albümü “Tempest” neresinden bakarsanız bakın vasatın bir hayli üstünde bir çalışma. Neredeyse müziğe bakış açımızı değiştirmiş bir ustanın üç yıllık bir sessizliğin ardından gelen son çalışmasında, belki yenilikçi müzikal parametreler ya da kuramlarla karşılaşmıyoruz ama aşina olduğumuz ( ve pek bir sevdiğimiz ) tınılar paletinden oldukça lezzetli parçalar devşirildiğine büyük bir keyifle şahitlik ediyoruz. Açılış parçası “Duquesne Whistle”, “Narrow Way” ve “Pay In Blood”ın akılda kalıcı sıcak country kokan ezgileri, “Long And Wasted Years” ve “Early Roman Kings” in blues ağırlıklı duruşları ve 14 dakikalık süresiyle ( Titanik’e ithaf edilen ve albüme adını veren ) “Tempest” albümün bir anlamda öne çıkanları. Asıl altı çizilmesi gerekense büyük ozanın artan yaşına inatla adeta giderek daha da kıvam tutan, hafif çatallı, viskiye bandırılmış sesi. Albüm hem üç yıllık susuzluğu dindirmek için, hem Dylan’ın bugününe tanıklık için hem de arşive eklemek için hararetle tavsiye edilir.