12 Aralık 2012 Çarşamba

Fennesz. AUN. Ash (minima)


Ne yapsa hassasiyetle kulak kabartmak ve hatta edinip arşive katmak gerekir statüsüne çoktan erişmiş olan üstad Fennesz’in bu son çalışması aslında bir film müziği projesi. Albümde yer alan 15 parçanın üçü Fennesz’in daha önce Ryuichi Sakamoto ile birlikte yayınladıkları Cendre albümünde de yeralmış. Bu üç parçada Sakamoto’nun piyano tuşeleri ara ara nefeslenmemizi sağlasa da, albümün genelinde gitarın bir adım daha arka plana alındığı parçalarda Fennesz’in o çok geniş ve zengin ses yelpazesinden çıkan başdöndürücü renklerle örülen apokaliptik ve karanlık bir atmosfer sizi karşılıyor. Albüm kartonetinde yeralan “ebedi kanunların ihmal ve inkarı yokolmayı getirecektir” notu bir anlamda film ve müziklerinin ruhunu oldukça iyi özetliyor. Zaten yönetmenliğini Elgar Honetschlager’in üstlendiği filmin de ana temaları geçmiş, gelecek ve kıyamet gibi kavramlar üzerine kurulu. Yarını dizayn etmeye çalışan insanoğlunun geleceğine verdiği tahribat ve çıkar yol için yüzünü döndüğü inanç ve dinler dünyası. Fennesz’in müzikleri ise sizi buradan alıp başka bir yere götürmüyor, adeta adım adım o evreni etrafınıza inşa ediyor. Böylelikle siz de farkında olmadan o evrenin bir parçası haline geliyorsunuz. Özetle; “Fennesz mi ? Koy sepete...”

B. Fleischmann. I’m Not Ready For The Grave Yet. Morr Music (minima)


90’lı yılların sonundan bu yana önce Charhizma sonrasında da Morr Music etiketiyle çıkardığı çalışmalarla aklımıza kazınan B. Fleischmann’ın son çalışması adeta bir ustalık dönemi eseri. Albümün en önemli özelliği bugüne dek farklı isimlerin vokallerine yer veren Fleischmann’ın bu defa tüm vokalleri kendisinin yapmış olması. Baştan sona hızlıca akıp giden ve kulaklarımızda nefis lezzetler bırakan albüm özellikle son dönemde elektronikle, folk ve indie tarzlarının birbirine maharetle harmanlandığı çalışmalara kataloğunda daha yoğun şekilde yer veren Morr Music’in tarzını kavrayabilmek için de çok doğru bir örnek. Güçlü melodik yapılar, naif vokaller ve minik perküsyon ve gitar darbeleri arasında yolunu bulan albüm tüm coşkusuna rağmen özünde sade bir çizgide ilerlese de, şarkı sözlerinde varoluşu ve zaman kavramını sorgulayan bir içeriğe de sahip. Zaten “Henüz mezar için hazır değilim” anlamındaki albüm adı da bu konseptin bir yansıması. Hızlı temposuyla dikkat çeken ve açılışı yapan “Don’t Follow” ile hüzünlü sözleri ( yesterday we taught / tomorrow we would / today we say / tomorrow we should ) ve sağlam altyapısıyla dikkat çeken “Tomorrow” bu albümden ilk tavsiye edeceğimiz parçalar.

Mika Vainio. Magnetite. Touch (minima)


90’lı yılların başında İlpo Vaisanen ile birlikte kurdukları unutulmaz ikili Pan Sonic’in yarısı olan Mika Vainio kendi kişisel üretimlerine Magnetite ile devam ediyor. Vainio’nun Touch etiketiyle yayınladığı beşinci solo albümü yine soyut seslerle örülü, ambient / drone arasında gidip gelen ama minimal ve analog tınıların sıcaklığını da bir şekilde vermeyi başaran ortanın üstü bir çalışma. Elektronik müziğin mihenk taşlarından sayılabilecek bir grubun elemanı olarak Mika Vainio’nun solo işlerine genel bir bakış fırlattığımızda, bunların her birinde öz olarak bazı ortak yapıların olduğunu ama buna rağmen her bir çalışmada ana omurgaya eklemlenen farklı yapı taşları olduğunu da görüyoruz. Bu defa Vainio oldukça minimal, ara ara sessiz pasajların kullanıldığı, özenli bir dinleme olmadığında kendini unutturan bir çalışmaya imza atmış. Gürültüyle sessizlik arasındaki uzun eksende oldukça steril, dengeli ve kendinden emin bir şekilde akıp giden albümü Vainio’nun önceki çalışmalarına yakınlık duyanlar için salık verirken, ilk denemesini yapacak olanlara öncesinde birkaç doz 90’lar dönemi Pan Sonic albümü tavsiye ediyoruz. Son olarak Vainio’nun Fin olmasına rağmen uzunca züredir Berlin’de yaşadığını ve bu albümdeki parçaları da 2010-2011 döneminde kaydettiğini de not düşelim.

Staer. Staer. Gaffer Records (minima)


Staer’i en kısasından Norveçli bir power trio olarak tanımlamak olası. Klasik davul, gitar ve bastan oluşan üçlü 40 dakikalık albüm boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle sizi hababam bir duvardan diğerine sallamayı başarıyor. Tahmin edilebileceği üzere vokallerin olmadığı parçalar oldukça deneysel, doğaçlamaya açık ve hiddetli bir şekilde gümbürdüyor hoparlörlerde. Thore Warland ( davul ), Markus Hagen ( bas ) ve Kristoffer Riis’ten ( gitar ) kurulu kadro belki formasyon olarak basit görünen bu oluşumdan müthiş bir enerji ve yenilikçi bir dil çıkarmayı beceriyor. Kaotik bir evrene teğet geçen parçaların en kuvvetli yanı hipnotik döngüler arasına serpiştirilmiş melodik zenginlik. Zira bu tip çalışmalarda zaman zaman karşımıza çıkan “aşırı kontrolszülük” hali dinleyicinin albüme tutunmasını zorlaştırabiliyor. Staer’de ise tam aksine albümün her saniyesine pür dikkat kesilmenizi sağlayan bir süreklilik ve heyecan hali var. Albümün kayıtları ise Röyksopp ve Kings Of Convenience gibi isimlerin de kayıtlarını yaptığı Duper stüdyolarında yapılmış; prodüksiyon da iyi yani. Sadece iki yıllık bir geçmişi olan bu genç ekibi sonraki çalışmaları için yakından takibe almakta mutlak suretle fayda var.

Rudi Zygadlo. Tragicomedies. Planet Mu (minima)


Rudi Zygadlo ismi ajandalarımıza 2010 yılında yine Planet Mu etiketiyle çıkan ilk albümü “Great Western Laymen” sonrasında düşmüştü. Dubstep’i değişik formlarla buluşturan bu zihin açıcı çalışmanın ardından doğduğu yer olan Glasgow’u terkederek Berlin’e yerleşen Zygadlo burada beklentilerden farklı bir süreç yaşamış aslına bakarsanız. Elektronik müziğin mabedlerinden biri olsa da Zygadlo Berlin’deki vaktinin çoğunu klasik müzik konserlerinde ve minik resitallerde geçirmiş. Elimizdeki albümün düzenlemelerinde de bu sürecin doğal yansımalarını yakalamak olası. Minimalist ekolü anımsatan piyano tuşelerinin eşliğinde şarkıcı-ozan geleneğine yaslanan kompozisyonlarda elbette yine elektronik altyapılar mevcut. Farklı müzikal yaklaşımların harmanlandığı albüm, zaman zaman dubstep etkileşimli aksak ritmlerle örülü halinin ve bol miktarda kullanılan editlerin de etkisiyle ilk dinlemede kolay hazmedilemiyor. Zygadlo’nun kendi kişisel müzikal dilini yakalamak için önce biraz sabır, sonrasında da açık bir kulak gerekiyor gibi. Planet Mu’nun ana kimliğinden biraz uzakta, coşturmaktan ziyade oturup sakince dinlenmesi için yapılan bir albüm olarak Tragicomedies özünde zor bir albüm. Parçalar arasındaki değişkenliklere alışmak, tutunup gidebileceğiniz minik melodileri yakalamak bahsettiğimiz zorluklara iki minik örnek.

Peter Adriaansz. Three Vertical Swells. Unsounds (minima)


Babylon dergiye albüm kritiğini yazmaya karar verdiğim andan itibaren bir türlü elimden düşüremediğim bu çalışma aslında canlı bir performans kaydı. Çağdaş bir besteci olarak tanımlayabileceğimiz Peter Adriaansz’ın kompozisyonları ilk andan itibaren yarattıkları farklı dünyanın içine sizi kolaylıkla çekmeyi başarıyor. Ambient bir arka plan dahilinde, matematiksel formüller ve ziyadesiyle detaylı bir ses işçiliğinin kılavuzluğunda adım attığınız bu evrendeki tınılar ağır ağır ama güvenli bir şekilde kulaklarınızı ve daha da önemlisi ruhunuzu sarmalıyor. Kağıt üstündeki notalardansa sesin özgürlükçü yapısına adanmış bu yaklaşım, aynı zamanda sistematik bir güzergahtan ilerleyerek araştırmacı müzik namına da etkileyici bir örnek olarak karşımıza çıkıveriyor. İlk bölümde Hammond orgun, ikinci bölümde ise ses dalgalarının başat figür olduğu çalışma özellikle Deaf Center, Max Richter gibi isimlere yakınlık duyanlar için kenara not edilmesi gereken oldukça etkileyici bir albüm. Yükseltilmiş ( amplified ) seslerin esnek ve geçişken formlar dahilinde oluşturdukları bu kompozisyonlarda sesin mekanla olan ilişkisi de kavramsal olarak işleniyor. Bu vesileyle albüme ev sahipliği yapan Unsounds ( http://www.unsounds.com ) plak şirketini de bu tarz işlere yakınlık duyan okuyucularımız için tekrar anımsatabilmiş olmanın huzuruyla...

Sven Kacirek. Scarlet Pitch Dreams. Pingipung (minima)


2011 yılında yayınladığı “The Kenya Sessions” çalışmasıyla ismini kenara not ettiğimiz Sven Kacirek ilk eğitimini caz davulcusu olarak almış çok yönlü bir müzisyen aslında. Yeni albümündeki tüm kayıt ve prodüksiyonun yanı sıra, enstrümanların ardında da kendi imzası var. İlk anda sakin, huzurlu ve akışkan bir caz dinletisini anımsatan albüm boyunca kenarda köşede gizlenmiş minik sürprizler de bizleri bekliyor. Bu hoş sürprizler zaman zaman yumuşak ve ayarında elektronik kullanımları olarak karşımıza çıkarken, bazen de Afrika davullarıyla bezenmiş kabile müziklerine bürünüyor. Kacirek tüm bu geniş coğrafyada yarattığı çok katmanlı ve dengeli müzikal dili zaman zaman da minik vokallerle süslemiş. Biteviye tekrar eden döngülerin çok uzağında, her anında detaylı bir gayretin yansımalarını görebileceğimiz albümde özellikle açılışı yapan “This Album Is Not”, elektroniklerin kullanımıyla dikkati çeken “About Me And You”, albüme adını veren “Scarlet Pitch Dreams” bir adım öne çıkanlar. Bu arada albümde yer alan tüm parçaların adlarını arka arkaya okuduğunuzda ise albüme ilişkin farklı bir notun daha dinleyiciye aktarıldığını da not düşelim.  

Laurel Halo. Quarantine. Hyperdub (minima)


Hippos In Tanks etiketiyle çıkardığı EP’lerle dikkat çeken Laurel Halo’nun ( gerçek adıyla Ina Cube ) bir süredir beklenen ilk uzun çaları, son dönemin en parlak plak şirketlerinden biri olan Hyperdub etiketini taşımakta. Açıkçası Quarantine ilk dinlemede içine nüfuz etmesi oldukça güç olan, dolayısıyla da keyfine varması da biraz vakit alan bir albüm. Öncelikle Halo’nun vokal tekniği ve ses rengiyle harmanlayarak yarattığı kendine özgü sesler evrenindeki atmosfer içinde belli bir süre nefes almanız ve yaşamanız gerekiyor. Ancak ondan sonra adeta elinizde beliriveren bir şifre çözücü ile parçalardan değişik tatlar almaya başlıyorsunuz. Bu anlamda oldukça soyut, derin, kompleks  ve kapalı bir albüm Halo’nun çalışması. Tüm albümü baştan sona dinlediğinizde tek bir uzun parçayı dinliyormuş hissine de kapılabileceğiniz; soğuk ve karanlık synth dokunuşları, elektronik bezemeler, arka planda yankılanan vurmalılar arasında çıkılan bu kozmik yolculukta Halo’nun çoğu zaman renksiz denebilecek, bazen keskinleşen vokaline de alışmak biraz zaman alıyor. Ancak bu kabuk kırma sürecini başarıyla geçenler ve eşiği aşanlar içinse şimdiden 2012’nin en iyi elektronik müzik albümlerinden birinin beklediğini söylemek mümkün. Çabaya değer !

Erdem Helvacıoğlu. Timeless Waves. Sub Rosa (minima)


Belçika orjinli Sub Rosa etiketinin “Concrete Electronics Noise” serisinin bir uzantısı olan ve Erdem Helvacıoğlu’ndan önce Daniel Menche, Cristian Vogel, Philippe Petit ve Francisco Lopez gibi mühim isimlere de evsahipliği yapan “New Series Framework” albümlerinin 12.si ve şimdilik sonuncusu olan bu çalışma; 2010 Mayıs ayında Eminönü Meydanı’nda prömiyeri yapılan “The Morning Line” isimli ses enstalasyonunun CD versiyonu aslında. Korku, aşk, öfke ve üzüntü gibi temel insan duygularından yola çıkarak oluşturulan projede zengin bir ses paleti karşılıyor bizleri. Helvacıoğlu’nun artık kanıksadığımız yüksek prodüksiyon kalitesi, maharetli ses işçiliği ve gitarla olan ilişkisi albümü baştan sona nefis bir dinleti haline getiriyor. Minimal bir omurganın etrafında şekillenen bu parçalarda söz konusu duyguların sesler dünyasındaki yansımalarını görüyoruz. Örneğin “Anger” isimli parçada endüstriyel ve deforme edilmiş ses kümeleri arasında soluklanmaya çalışırken, “Love” isimli parçada gitarın yumuşak dokunuşları içinde sakinliği buluyoruz. Albüm elektroakustik vurgusu kuvvetli bir güzergahta ilerlerken ambient, noise gibi kulvarlara da ara ara yanaşmaktan çekinmiyor. Helvacıoğlu tüm yetkinliğiyle bizi sesler evreninin metruk yerlerinde cesaretle dolaştırıp, zihnimizde yeni ufuklar açmaya devam ediyor özetle.

Trapist. The Golden Years. Staubgold (minima)


2002 ve 2004 yıllarında yayınlanan ( bir hatOLOGY biri de Thrill Jockey etiketi taşıyan ) iki albüm sonrası uzun süren sessizliklerini üçüncü albümleri “The Golden Years” ile bozan Trapist üç kişilik bir ekip : Davulda Martin Brandlmayr, gitar ve elektroniklerde Martin Siewert ve basta Joe Williamson. Formattan da anlaşılacağı üzere ekip caz ve elektroniklerin deneysel bir yolla harmanlandığı bir kurguya sahip. Her biri pek çok mühim isimle ortak çalışmalar yapmış olan bu üç isim ayrıca birçok grubun da aktif üyeleri : Eugene Chadbourne, Steve Beresford , Wayne Horvitz, Kammerflimmer Kollektief, Fennesz, Kevin Drumm, Otomo Yoshihide, Polwechsel, Autistic Daughters ve David Sylvian bu isim ve gruplardan sadece birkaçı. Görece uzun süreli dört parçadan oluşan albüm boyunca doğaçlamanın ön planda olduğu minimalist bir bakış açısından bahsetmek mümkün. Ara pasajlarda space rock, folk, caz ve elektroniklerin saykodelik bir ambiyans içinde birbirine yedirildiği çalışma her anında üç ismin ustalıklarından ve tecrübelerinden beslendiğini gösteriyor bizlere. Tüm albüme yayılan sakinlik ve huzur hissiyatı da belli ki bunun bir yansıması. Şiddetle tavsiye ediyoruz !

DAT Politics. Blitz Gazer. Sub Rosa (minima)


90’lar sonundan bu yana electro sahnesinin önemli aktörlerinden biri olan DAT Politics’in son çalışması ilk saniyesinden itibaren tam anlamıyla bir enerji patlaması yaşatıyor kulaklarımıza. Bir an olsun dinmeyen coşkulu bir dinamizmin hakim olduğu albüm, kuvvetli ve akılda kalıcı ritimler üzerinde gezinen keskin synth melodileri ve kendine usturublu bir şekilde yer bulan vokallerle alkışı fazlasıyla hakediyor. Bol miktarda kullanılan davul makinası ritimleri üzerinde şekillenen melodik kurgulardaki ses paleti zenginliği ise albümün başka bir artısı. Kurulduktan sonra uzunca bir süre trio formatında yoluna devam eden ve son yıllarda Chicks On Speed etiketinden albümler çıkaran Fransız ekip bu çalışmada ilk defa bir ikili olarak karşımıza çıkıyor.  12 parçadan oluşan albümde sizi yerinizden kaldıracak ve ister istemez dans pistine doğru savuracak oldukça nitelikli anlar bolca mevcut. Bizim favorilerimiz görkemli bir şekilde açılışı yapan ve 80’leri anımsatan melodik yapısıyla dikkat şeken “Yes Way”,  vokallerin ön planda olduğu yüksek tempolu “Between Us” ve ardından gelen “Corpsicle”.  Canlı performanslarıyla da adından sözettiren bu ekibi önümüzdeki dönemde bir yaz festivalinde konuk olarak görsek keşke.

Orcas. Orcas. Morr Music (minima)


Bugüne değin Kranky, Touch, Miasmah, Room40 ve Ghostly International gibi hatırı sayılır plak şirketlerinden solo albümler çıkaran iki ismin ( Benoit Pioulard ve Rafael Anton Irisarri ) biraraya gelmesinden oluşan Orcas, kendi adlarını taşıyan ve Morr Music etiketiyle yayınlanan ilk ortak çalışmalarında oldukça kayda değer bir müzikal çizgi yakalamışlar. Her dinlemede kendini biraz daha açığa çıkaran bu çok katmanlı yapının merkezinde ambient ve folk vurguları yeralıyor. Yumuşak vokallerle bezenen albüm her anında iyi bir prodüksiyon olarak tınlıyor. Ambient – drone çalışmalarda sıklıkla görülebilen “uyku getirir gevşeklikteki” ruh halinden ustalıkla sıyrılan albüm, klasik şarkı formatı içine başarıyla yedirilmiş zengin kompozisyonlardan oluşuyor. Naif ve durgun sularda gezinen ve parçaların arka planına işlenen ambient ses kurguları ise ekstra kulak kabartmayı hakeder detayda bir işçiliği barındırıyor. Bu haliyle de kendi içinde gitgelleri olan, beklenenden daha dinamik ve akışkan bir yapı karşımıza çıkıyor. Her ikisi de David Lynch hayranı olduğunu belirten ekibin müziğinde oldukça kuvvetli bir sinematografik bir dil olması da sürpriz değil. Tüm albümü belli bir ses seviyesinin üzerinde dinlemenin alacağınız keyfi de artıracağını belirtmeden geçmeyelim tabii.

Diagrams. Black Light. Full Time Hobby (minima)


Tunng ve The Accidental projelerinden aşina olduğumuz Sam Genders’in solo projesi Diagrams’ın debut çalışması en kestirmesinden söyleyecek olursak baştan sona ritmini ve havasını kaybetmeden gayet keyifli bir dinleti vadediyor bizlere. İlk anda Genders’in çarpıcı vokaliyle dinleyeni kavrayıp içine çeken albüm boyunca hemen hemen tüm parçalarda aynı pozitif elektriği, sıcak melodileri ve samimi tınıları bulmak mümkün. Abartıya kaçmadan (hatta hafiften Peter Gabriel‘i anımsatan) ve bağırıp çağırmadan minik oynamalarla şekillenen vokale eşlik eden orkestrasyon zaman zaman indie rock ve alternatif güzergahlara yelken açsa da, albümün genelini kıvrak baslardan ve yumuşak synth vuruşlarından beslenen nitelikli bir elektronik pop çalışması olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Öte yandan 30 dakikayı ancak bulan kısa süresiyle adeta tadımlık bir lezzet barındıran albümde, özellikle açılışı yapan “Ghost Lit”, “Appetite”, “Mils” ve ”Antelope” nitelikli melodik kurguları ile bir adım öne çıkanlar. Her anında insan elinin değdiği içtenlik hissiyatını yaşatan albüm ayrıksı varyasyonlara girişmeden, kendi bildiği doğrunun üzerinde kurgulanmış basit örgüsüyle içimize bir ılıklık bırakmasına bırakıyor elbette, ama daha fazlasını değil!