Ne yapsa hassasiyetle
kulak kabartmak ve hatta edinip arşive katmak gerekir statüsüne çoktan erişmiş
olan üstad Fennesz’in bu son çalışması aslında bir film müziği projesi. Albümde
yer alan 15 parçanın üçü Fennesz’in daha önce Ryuichi Sakamoto ile birlikte
yayınladıkları Cendre albümünde de yeralmış. Bu üç parçada Sakamoto’nun piyano
tuşeleri ara ara nefeslenmemizi sağlasa da, albümün genelinde gitarın bir adım
daha arka plana alındığı parçalarda Fennesz’in o çok geniş ve zengin ses
yelpazesinden çıkan başdöndürücü renklerle örülen apokaliptik ve karanlık bir
atmosfer sizi karşılıyor. Albüm kartonetinde yeralan “ebedi kanunların ihmal ve
inkarı yokolmayı getirecektir” notu bir anlamda film ve müziklerinin ruhunu
oldukça iyi özetliyor. Zaten yönetmenliğini Elgar Honetschlager’in üstlendiği
filmin de ana temaları geçmiş, gelecek ve kıyamet gibi kavramlar üzerine
kurulu. Yarını dizayn etmeye çalışan insanoğlunun geleceğine verdiği tahribat
ve çıkar yol için yüzünü döndüğü inanç ve dinler dünyası. Fennesz’in müzikleri
ise sizi buradan alıp başka bir yere götürmüyor, adeta adım adım o evreni
etrafınıza inşa ediyor. Böylelikle siz de farkında olmadan o evrenin bir
parçası haline geliyorsunuz. Özetle; “Fennesz mi ? Koy sepete...”
12 Aralık 2012 Çarşamba
B. Fleischmann. I’m Not Ready For The Grave Yet. Morr Music (minima)
90’lı yılların sonundan
bu yana önce Charhizma sonrasında da Morr Music etiketiyle çıkardığı
çalışmalarla aklımıza kazınan B. Fleischmann’ın son çalışması adeta bir ustalık
dönemi eseri. Albümün en önemli özelliği bugüne dek farklı isimlerin
vokallerine yer veren Fleischmann’ın bu defa tüm vokalleri kendisinin yapmış
olması. Baştan sona hızlıca akıp giden ve kulaklarımızda nefis lezzetler
bırakan albüm özellikle son dönemde elektronikle, folk ve indie tarzlarının birbirine
maharetle harmanlandığı çalışmalara kataloğunda daha yoğun şekilde yer veren
Morr Music’in tarzını kavrayabilmek için de çok doğru bir örnek. Güçlü melodik
yapılar, naif vokaller ve minik perküsyon ve gitar darbeleri arasında yolunu
bulan albüm tüm coşkusuna rağmen özünde sade bir çizgide ilerlese de, şarkı
sözlerinde varoluşu ve zaman kavramını sorgulayan bir içeriğe de sahip. Zaten “Henüz mezar için hazır değilim”
anlamındaki albüm adı da bu konseptin bir yansıması. Hızlı temposuyla dikkat
çeken ve açılışı yapan “Don’t Follow” ile hüzünlü sözleri ( yesterday we taught
/ tomorrow we would / today we say / tomorrow we should ) ve sağlam
altyapısıyla dikkat çeken “Tomorrow” bu albümden ilk tavsiye edeceğimiz
parçalar.
Mika Vainio. Magnetite. Touch (minima)
90’lı yılların başında
İlpo Vaisanen ile birlikte kurdukları unutulmaz ikili Pan Sonic’in yarısı olan
Mika Vainio kendi kişisel üretimlerine Magnetite ile devam ediyor. Vainio’nun
Touch etiketiyle yayınladığı beşinci solo albümü yine soyut seslerle örülü,
ambient / drone arasında gidip gelen ama minimal ve analog tınıların
sıcaklığını da bir şekilde vermeyi başaran ortanın üstü bir çalışma. Elektronik
müziğin mihenk taşlarından sayılabilecek bir grubun elemanı olarak Mika
Vainio’nun solo işlerine genel bir bakış fırlattığımızda, bunların her birinde
öz olarak bazı ortak yapıların olduğunu ama buna rağmen her bir çalışmada ana
omurgaya eklemlenen farklı yapı taşları olduğunu da görüyoruz. Bu defa Vainio
oldukça minimal, ara ara sessiz pasajların kullanıldığı, özenli bir dinleme
olmadığında kendini unutturan bir çalışmaya imza atmış. Gürültüyle sessizlik
arasındaki uzun eksende oldukça steril, dengeli ve kendinden emin bir şekilde
akıp giden albümü Vainio’nun önceki çalışmalarına yakınlık duyanlar için salık
verirken, ilk denemesini yapacak olanlara öncesinde birkaç doz 90’lar dönemi
Pan Sonic albümü tavsiye ediyoruz. Son olarak Vainio’nun Fin olmasına rağmen
uzunca züredir Berlin’de yaşadığını ve bu albümdeki parçaları da 2010-2011
döneminde kaydettiğini de not düşelim.
Staer. Staer. Gaffer Records (minima)
Staer’i en kısasından
Norveçli bir power trio olarak tanımlamak olası. Klasik davul, gitar ve bastan
oluşan üçlü 40 dakikalık albüm boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle
sizi hababam bir duvardan diğerine sallamayı başarıyor. Tahmin edilebileceği
üzere vokallerin olmadığı parçalar oldukça deneysel, doğaçlamaya açık ve
hiddetli bir şekilde gümbürdüyor hoparlörlerde. Thore Warland ( davul ), Markus
Hagen ( bas ) ve Kristoffer Riis’ten ( gitar ) kurulu kadro belki formasyon
olarak basit görünen bu oluşumdan müthiş bir enerji ve yenilikçi bir dil
çıkarmayı beceriyor. Kaotik bir evrene teğet geçen parçaların en kuvvetli yanı
hipnotik döngüler arasına serpiştirilmiş melodik zenginlik. Zira bu tip
çalışmalarda zaman zaman karşımıza çıkan “aşırı kontrolszülük” hali
dinleyicinin albüme tutunmasını zorlaştırabiliyor. Staer’de ise tam aksine
albümün her saniyesine pür dikkat kesilmenizi sağlayan bir süreklilik ve
heyecan hali var. Albümün kayıtları ise Röyksopp ve Kings Of Convenience gibi
isimlerin de kayıtlarını yaptığı Duper stüdyolarında yapılmış; prodüksiyon da
iyi yani. Sadece iki yıllık bir geçmişi olan bu genç ekibi sonraki çalışmaları
için yakından takibe almakta mutlak suretle fayda var.
Rudi Zygadlo. Tragicomedies. Planet Mu (minima)
Rudi Zygadlo ismi ajandalarımıza 2010 yılında yine Planet Mu
etiketiyle çıkan ilk albümü “Great Western Laymen” sonrasında düşmüştü.
Dubstep’i değişik formlarla buluşturan bu zihin açıcı çalışmanın ardından
doğduğu yer olan Glasgow’u terkederek Berlin’e yerleşen Zygadlo burada
beklentilerden farklı bir süreç yaşamış aslına bakarsanız. Elektronik müziğin
mabedlerinden biri olsa da Zygadlo Berlin’deki vaktinin çoğunu klasik müzik
konserlerinde ve minik resitallerde geçirmiş. Elimizdeki albümün düzenlemelerinde
de bu sürecin doğal yansımalarını yakalamak olası. Minimalist ekolü anımsatan
piyano tuşelerinin eşliğinde şarkıcı-ozan geleneğine yaslanan kompozisyonlarda
elbette yine elektronik altyapılar mevcut. Farklı müzikal yaklaşımların
harmanlandığı albüm, zaman zaman dubstep etkileşimli aksak ritmlerle örülü halinin
ve bol miktarda kullanılan editlerin de etkisiyle ilk dinlemede kolay
hazmedilemiyor. Zygadlo’nun kendi kişisel müzikal dilini yakalamak için önce
biraz sabır, sonrasında da açık bir kulak gerekiyor gibi. Planet Mu’nun ana
kimliğinden biraz uzakta, coşturmaktan ziyade oturup sakince dinlenmesi için
yapılan bir albüm olarak Tragicomedies özünde zor bir albüm. Parçalar
arasındaki değişkenliklere alışmak, tutunup gidebileceğiniz minik melodileri
yakalamak bahsettiğimiz zorluklara iki minik örnek.
Peter Adriaansz. Three Vertical Swells. Unsounds (minima)
Babylon dergiye albüm kritiğini yazmaya karar verdiğim andan
itibaren bir türlü elimden düşüremediğim bu çalışma aslında canlı bir performans
kaydı. Çağdaş bir besteci olarak tanımlayabileceğimiz Peter Adriaansz’ın
kompozisyonları ilk andan itibaren yarattıkları farklı dünyanın içine sizi
kolaylıkla çekmeyi başarıyor. Ambient bir arka plan dahilinde, matematiksel
formüller ve ziyadesiyle detaylı bir ses işçiliğinin kılavuzluğunda adım
attığınız bu evrendeki tınılar ağır ağır ama güvenli bir şekilde kulaklarınızı
ve daha da önemlisi ruhunuzu sarmalıyor. Kağıt üstündeki notalardansa sesin
özgürlükçü yapısına adanmış bu yaklaşım, aynı zamanda sistematik bir
güzergahtan ilerleyerek araştırmacı müzik namına da etkileyici bir örnek olarak
karşımıza çıkıveriyor. İlk bölümde Hammond orgun, ikinci bölümde ise ses
dalgalarının başat figür olduğu çalışma özellikle Deaf Center, Max Richter gibi
isimlere yakınlık duyanlar için kenara not edilmesi gereken oldukça etkileyici bir
albüm. Yükseltilmiş ( amplified ) seslerin esnek ve geçişken formlar dahilinde
oluşturdukları bu kompozisyonlarda sesin mekanla olan ilişkisi de kavramsal
olarak işleniyor. Bu vesileyle albüme ev sahipliği yapan Unsounds ( http://www.unsounds.com ) plak şirketini de
bu tarz işlere yakınlık duyan okuyucularımız için tekrar anımsatabilmiş olmanın
huzuruyla...
Sven Kacirek. Scarlet Pitch Dreams. Pingipung (minima)
2011 yılında yayınladığı
“The Kenya Sessions” çalışmasıyla ismini kenara not ettiğimiz Sven Kacirek ilk
eğitimini caz davulcusu olarak almış çok yönlü bir müzisyen aslında. Yeni
albümündeki tüm kayıt ve prodüksiyonun yanı sıra, enstrümanların ardında da
kendi imzası var. İlk anda sakin, huzurlu ve akışkan bir caz dinletisini
anımsatan albüm boyunca kenarda köşede gizlenmiş minik sürprizler de bizleri
bekliyor. Bu hoş sürprizler zaman zaman yumuşak ve ayarında elektronik
kullanımları olarak karşımıza çıkarken, bazen de Afrika davullarıyla bezenmiş
kabile müziklerine bürünüyor. Kacirek tüm bu geniş coğrafyada yarattığı çok
katmanlı ve dengeli müzikal dili zaman zaman da minik vokallerle süslemiş.
Biteviye tekrar eden döngülerin çok uzağında, her anında detaylı bir gayretin
yansımalarını görebileceğimiz albümde özellikle açılışı yapan “This Album Is
Not”, elektroniklerin kullanımıyla dikkati çeken “About Me And You”, albüme
adını veren “Scarlet Pitch Dreams” bir adım öne çıkanlar. Bu arada albümde yer
alan tüm parçaların adlarını arka arkaya okuduğunuzda ise albüme ilişkin farklı
bir notun daha dinleyiciye aktarıldığını da not düşelim.
Laurel Halo. Quarantine. Hyperdub (minima)
Hippos In Tanks
etiketiyle çıkardığı EP’lerle dikkat çeken Laurel Halo’nun ( gerçek adıyla Ina
Cube ) bir süredir beklenen ilk uzun çaları, son dönemin en parlak plak
şirketlerinden biri olan Hyperdub etiketini taşımakta. Açıkçası Quarantine ilk
dinlemede içine nüfuz etmesi oldukça güç olan, dolayısıyla da keyfine varması
da biraz vakit alan bir albüm. Öncelikle Halo’nun vokal tekniği ve ses rengiyle
harmanlayarak yarattığı kendine özgü sesler evrenindeki atmosfer içinde belli
bir süre nefes almanız ve yaşamanız gerekiyor. Ancak ondan sonra adeta elinizde
beliriveren bir şifre çözücü ile parçalardan değişik tatlar almaya
başlıyorsunuz. Bu anlamda oldukça soyut, derin, kompleks ve kapalı bir albüm Halo’nun çalışması. Tüm
albümü baştan sona dinlediğinizde tek bir uzun parçayı dinliyormuş hissine de
kapılabileceğiniz; soğuk ve karanlık synth dokunuşları, elektronik bezemeler,
arka planda yankılanan vurmalılar arasında çıkılan bu kozmik yolculukta
Halo’nun çoğu zaman renksiz denebilecek, bazen keskinleşen vokaline de alışmak
biraz zaman alıyor. Ancak bu kabuk kırma sürecini başarıyla geçenler ve eşiği
aşanlar içinse şimdiden 2012’nin en iyi elektronik müzik albümlerinden birinin
beklediğini söylemek mümkün. Çabaya değer !
Erdem Helvacıoğlu. Timeless Waves. Sub Rosa (minima)
Belçika orjinli Sub Rosa
etiketinin “Concrete Electronics Noise” serisinin bir uzantısı olan ve Erdem Helvacıoğlu’ndan
önce Daniel Menche, Cristian Vogel, Philippe Petit ve Francisco Lopez gibi mühim
isimlere de evsahipliği yapan “New Series Framework” albümlerinin 12.si ve
şimdilik sonuncusu olan bu çalışma; 2010 Mayıs ayında Eminönü Meydanı’nda prömiyeri
yapılan “The Morning Line” isimli ses enstalasyonunun CD versiyonu aslında.
Korku, aşk, öfke ve üzüntü gibi temel insan duygularından yola çıkarak
oluşturulan projede zengin bir ses paleti karşılıyor bizleri. Helvacıoğlu’nun
artık kanıksadığımız yüksek prodüksiyon kalitesi, maharetli ses işçiliği ve
gitarla olan ilişkisi albümü baştan sona nefis bir dinleti haline getiriyor.
Minimal bir omurganın etrafında şekillenen bu parçalarda söz konusu duyguların
sesler dünyasındaki yansımalarını görüyoruz. Örneğin “Anger” isimli parçada
endüstriyel ve deforme edilmiş ses kümeleri arasında soluklanmaya çalışırken,
“Love” isimli parçada gitarın yumuşak dokunuşları içinde sakinliği buluyoruz.
Albüm elektroakustik vurgusu kuvvetli bir güzergahta ilerlerken ambient, noise
gibi kulvarlara da ara ara yanaşmaktan çekinmiyor. Helvacıoğlu tüm
yetkinliğiyle bizi sesler evreninin metruk yerlerinde cesaretle dolaştırıp,
zihnimizde yeni ufuklar açmaya devam ediyor özetle.
Trapist. The Golden Years. Staubgold (minima)
2002 ve 2004 yıllarında
yayınlanan ( bir hatOLOGY biri de Thrill Jockey etiketi taşıyan ) iki albüm
sonrası uzun süren sessizliklerini üçüncü albümleri “The Golden Years” ile
bozan Trapist üç kişilik bir ekip : Davulda Martin Brandlmayr, gitar ve
elektroniklerde Martin Siewert ve basta Joe Williamson. Formattan da
anlaşılacağı üzere ekip caz ve elektroniklerin deneysel bir yolla harmanlandığı
bir kurguya sahip. Her biri pek çok mühim isimle ortak çalışmalar yapmış olan
bu üç isim ayrıca birçok grubun da aktif üyeleri : Eugene Chadbourne, Steve
Beresford , Wayne Horvitz, Kammerflimmer Kollektief, Fennesz, Kevin Drumm,
Otomo Yoshihide, Polwechsel, Autistic Daughters ve David Sylvian bu isim ve
gruplardan sadece birkaçı. Görece uzun süreli dört parçadan oluşan albüm
boyunca doğaçlamanın ön planda olduğu minimalist bir bakış açısından bahsetmek
mümkün. Ara pasajlarda space rock, folk, caz ve elektroniklerin saykodelik bir
ambiyans içinde birbirine yedirildiği çalışma her anında üç ismin
ustalıklarından ve tecrübelerinden beslendiğini gösteriyor bizlere. Tüm albüme
yayılan sakinlik ve huzur hissiyatı da belli ki bunun bir yansıması. Şiddetle
tavsiye ediyoruz !
DAT Politics. Blitz Gazer. Sub Rosa (minima)
90’lar sonundan bu yana electro sahnesinin önemli
aktörlerinden biri olan DAT Politics’in son çalışması ilk saniyesinden itibaren
tam anlamıyla bir enerji patlaması yaşatıyor kulaklarımıza. Bir an olsun
dinmeyen coşkulu bir dinamizmin hakim olduğu albüm, kuvvetli ve akılda kalıcı
ritimler üzerinde gezinen keskin synth melodileri ve kendine usturublu bir
şekilde yer bulan vokallerle alkışı fazlasıyla hakediyor. Bol miktarda kullanılan
davul makinası ritimleri üzerinde şekillenen melodik kurgulardaki ses paleti
zenginliği ise albümün başka bir artısı. Kurulduktan sonra uzunca bir süre trio
formatında yoluna devam eden ve son yıllarda Chicks On Speed etiketinden
albümler çıkaran Fransız ekip bu çalışmada ilk defa bir ikili olarak karşımıza
çıkıyor. 12 parçadan oluşan albümde sizi
yerinizden kaldıracak ve ister istemez dans pistine doğru savuracak oldukça
nitelikli anlar bolca mevcut. Bizim favorilerimiz görkemli bir şekilde açılışı
yapan ve 80’leri anımsatan melodik yapısıyla dikkat şeken “Yes Way”, vokallerin ön planda olduğu yüksek tempolu
“Between Us” ve ardından gelen “Corpsicle”.
Canlı performanslarıyla da adından sözettiren bu ekibi önümüzdeki
dönemde bir yaz festivalinde konuk olarak görsek keşke.
Orcas. Orcas. Morr Music (minima)
Bugüne değin Kranky, Touch, Miasmah, Room40 ve Ghostly
International gibi hatırı sayılır plak şirketlerinden solo albümler çıkaran iki
ismin ( Benoit Pioulard ve Rafael Anton Irisarri ) biraraya gelmesinden oluşan
Orcas, kendi adlarını taşıyan ve Morr Music etiketiyle yayınlanan ilk ortak
çalışmalarında oldukça kayda değer bir müzikal çizgi yakalamışlar. Her
dinlemede kendini biraz daha açığa çıkaran bu çok katmanlı yapının merkezinde
ambient ve folk vurguları yeralıyor. Yumuşak vokallerle bezenen albüm her
anında iyi bir prodüksiyon olarak tınlıyor. Ambient – drone çalışmalarda
sıklıkla görülebilen “uyku getirir gevşeklikteki” ruh halinden ustalıkla sıyrılan
albüm, klasik şarkı formatı içine başarıyla yedirilmiş zengin kompozisyonlardan
oluşuyor. Naif ve durgun sularda gezinen ve parçaların arka planına işlenen
ambient ses kurguları ise ekstra kulak kabartmayı hakeder detayda bir işçiliği
barındırıyor. Bu haliyle de kendi içinde gitgelleri olan, beklenenden daha
dinamik ve akışkan bir yapı karşımıza çıkıyor. Her ikisi de David Lynch hayranı
olduğunu belirten ekibin müziğinde oldukça kuvvetli bir sinematografik bir dil
olması da sürpriz değil. Tüm albümü belli bir ses seviyesinin üzerinde
dinlemenin alacağınız keyfi de artıracağını belirtmeden geçmeyelim tabii.
Diagrams. Black Light. Full Time Hobby (minima)
Tunng
ve The Accidental projelerinden aşina olduğumuz Sam Genders’in solo projesi Diagrams’ın
debut çalışması en kestirmesinden söyleyecek olursak baştan sona ritmini ve
havasını kaybetmeden gayet keyifli bir dinleti vadediyor bizlere. İlk anda Genders’in
çarpıcı vokaliyle dinleyeni kavrayıp içine çeken albüm boyunca hemen hemen tüm
parçalarda aynı pozitif elektriği, sıcak melodileri ve samimi tınıları bulmak
mümkün. Abartıya kaçmadan (hatta hafiften Peter Gabriel‘i anımsatan) ve bağırıp
çağırmadan minik oynamalarla şekillenen vokale eşlik eden orkestrasyon zaman
zaman indie rock ve alternatif güzergahlara yelken açsa da, albümün genelini kıvrak
baslardan ve yumuşak synth vuruşlarından beslenen nitelikli bir elektronik pop çalışması
olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Öte yandan 30 dakikayı ancak bulan
kısa süresiyle adeta tadımlık bir lezzet barındıran albümde, özellikle açılışı
yapan “Ghost Lit”, “Appetite”, “Mils” ve ”Antelope” nitelikli melodik kurguları
ile bir adım öne çıkanlar. Her anında insan elinin değdiği içtenlik hissiyatını
yaşatan albüm ayrıksı varyasyonlara girişmeden, kendi bildiği doğrunun üzerinde
kurgulanmış basit örgüsüyle içimize bir ılıklık bırakmasına bırakıyor elbette,
ama daha fazlasını değil!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)