16 Şubat 2012 Perşembe

Avea Blogger Takımı...Keep Talking...Vol 5 “Müzikte çetrefilli yol: Ana akıma alternatif olmak"

Sevgililer Gününü tez zamanda hasarsız bir şekilde paketledikten sonra takip eden çarşamba günkü ajanda belli olmuştu. 5. ayağı gerçekleştirilecek olan Avea Blogger Takımı toplantısına katılıp, ardından da efsane grup Buzzcocks’ın ilk ( ve muhtemelen de son ) İstanbul konseri için Babylon yolları taştan, punk rock sen çıkardın beni baştan şeklinde geceye devam edecektik.
Avea’nın bir grup blog yazarını her ay sektörün farklı temsilcileriyle biraraya getirdiği sohbet toplantılarının bu defaki konuşmacı sayısı neredeyse biz blog yazarlarına denkti. Hafif bir silkelenme sonrası katılımcı ekiplerden Helicopria’nın “sınır ötesi” üyelerini toplantı odasının uzak köşelerine doğru yönlendirince üstünlüğü tekrar ele geçirmiş olduk ( agresif blogger modeli ). Bu defa ajandadaki konu başlığı “Müzikte çetrefilli yol: Ana akıma alternatif olmak" olarak belirtilmiş ve bu minvalde dört gruptan toplam altı kişilik bir konuşmacı kadrosu sahaya sürülmüştü. Esame listesi şu şekildeydi;
Dilara Sakpinar (123)
www.123theband.com


Miray Kurtuluş (Nada)
Selen Hünerli
www.myspace.com/nadaist


Sırma Munyar (Helicopria)
www.helicopria.com

Serkan Modalı (Planeur)
Onur Ataman
www.rockbandplaneur.com


Her zamanki gibi kırmızı şarabı sohbet toplantısının ana temsili figürü olan çaya tercih ederekten konuşmacıların tanıtım faslına giriştik. Helicopria’yı temsilen Sırma Munyar grubun farklı ülkelerden gelen müzisyenlerden oluşan karma yapısından bahsederek, eklektik bir yorum getirmeye çalıştıkları ve Progressive Rock çizgisindeki müziklerini dinleyiciler için “dost hale getirmek” gibi bir amaç güttüklerini belirtti; elbette ana kimliklerinden uzaklaşmadan...

Selen Hünerli ve Miray Kurtuluş’tan müteşekkil Nada kısa bir tanıtımla hem Nada olarak çıkardıkları “Oda” isimli ilk albümlerinden, hem Miray Kurtuluş’un Portecho’dan tanıdığımız Tan Tunçağ ile ortak projesi Mira’dan, hem de Selen Hünerli’nin Portecho’nun diğer yarısı Deniz Cuylan ve Hakan Vreskala ile yaptıkları Norrda projesinden bahsettiler. Bu arada Selen Hünerli’yi bundan sadece birkaç gün önce Babylon’da sahne alan Emika sonrası, Fecr-i Ati’den Nk6 ile birlikte oluşturdukları Re-Spectralize projesiyle de yerli sularımız için oldukça tatminkar ve gelecek vadeden dubstep eksenli performansta dinleme şansımız olmuştu. Biraz daha detay isteyenler buraya buyursunlar : http://www.facebook.com/#!/events/232656350145919/ ).
Aslında yine üyelerinin orjini nedeniyle karma bir grup olan Planeur ekibi de Avrupa Müzik etiketi ve Avea Müzik sponsorluğunda çıkan albümlerinden, grup adının ve Altın Örümcek’te ödül alan site tasarımında havalarda süzülen planörün aslında müziklerindeki “özgürlük arayışı” temasını temsil ettiklerinden bahsederek kendilerini tanıttılar. Son olarak da dört kişilik ekibini temsilen 123 grubunun sesi Dilara Sakpınar blog yazarlarına merhaba dedi.

İlk gündem maddesi konuşmacıların kendilerini ve kendi müziklerini ne kadar “alternatif” buldukları üzerine olsa da, Zülal Kalkandelen’in olumlu katkısıyla soruya bir de “alternatif nedir ?” yan başlığı eklendi. İlk tur cevaplardan anlaşıldığı üzere her kavramda olduğu gibi “alternatif nedir ?” sorusunun cevabında da farklı yorumlar ve algılamalar vardı. Örneğin Sırma Munyar üretilen müziğin sınıflandırılması ekseninden yola çıktığı yorumunda, rahatlıkla tek bir kalıba sokamayacağımız çalışmalara alternatif denebileceğini belirtti. Bunu bir anlamda ana akım dışında güzergahlarda dolaşmak, oralarda kendine ait bir tarz ve duruş yakalamak çabası olarak da okumak mümkün. Öte yandan Planeur ekibi bu duruş vurgusunun altını çizerek, ana akımın dayatmalarına ya da yönlendirmelerine kapılmadan kendi içinden gelen müziği yapabilmenin alternatif bir tavır olduğunu belirttiler.
Nada ekibi ise “popülerlik” kavramından yola çıkarak, popüler olmanın “alternatif” olmaya mani bir durum olmadığına, örneğin Nirvana gibi çok popüler ama alternatif isimler olduğuna dikkat çektiler. Buna mukabil kendilerini pek alternatif görmediklerini de eklediler. Katıldığım bir görüş olarak da Türkiye’de satmayan ve underground olarak nitelenen işlerin hep alternatif etiketi yediğini de eklediler ( gerçi toplantının sonlarında genel anılışın dışında örneğin Emre Aydın’ın alternatif olmadığı konusunda karar birliğine varıldı ). Bu noktada Sırma Munyar idol olarak aldığı Björk’un çok popüler olmasına rağmen her albümünde farklı tarzlarda üretimler yaptığını, sürekli kendini yenilediğini belirterek kabaca şöyle bir formüle ulaştı : Bir şekilde popüler olup fazla dinleyiciye ulaşabiliyorsan, bu müzisyene daha fazla “para” getiriyor ve daha fazla para da her daim “kendi istediğini yapabilme” şansını artırıyor.

Toplantının bundan sonraki kısmında kanımca hafiften ajanda dışına kayaraktan katılımcı müzisyen ve grupların sosyal mecraları nasıl ve ne kadar etkin kullandıkları konusu tartışıldı. 123 ve Planeur ekipleri varız ama çok da efektif değiliz derken, Helicopria’yı temsilen Sırma Munyar altını kuvvetle çizerek çok aktif olmaya çalıştıklarını belirtti. Müzisyen Aylın Aslım, Avea reklamlarından tanıdığımız Erdem Yener ve sosyal medya uzmanı Bora Yeter’in katıldığı ikinci toplantı da aslında bu çerçevede uzunca tartışılmıştı. Buradaki konuşmalardan da aslında paralel sonuçlar çıktı; evet sosyal mecralarda olmak gerekli, evet sahici olmak lazım, evet arada bir müzikle ilgili olmayan özel şeyler de paylaşılabilir vb. Bu kısımda sadece Nada ekibinin sosyal mecralara biraz daha uzak durduğunu ya da kendi ifadeleriyle paylaşım olayına pek de yakın olmadıklarını belirtmeleri dikkate değerdi.
Akabinde benden gelen bir soru ekseninde görüşler alındı. Soru özetle şuydu : Alternatif sesler için sürecin her adımı ekstra sancılı; albümün üretimi ve yapımı, mekanlarda performans sergilenmesi, basının sizin müziğiniz hakkında yazması, radyolarda çalınması, TV’lerde kliplerinizin oynatılması ve nihayetinde son kullanıcı statüsündeki dinleyicinin göstereceği ilgi, albümü satın alması vesaire. Soru bu problemli sürecin en çok aksayan ayağının ne olduğuna ışık tutma gayretindeydi. Açıkçası kafamdaki cevabı çok da net alabilmiş değilim. Burada aynı akşama denk gelen Buzzcocks konseri için o esnada mekandan ayrılmam gerekiyor oluşum da bir etken elbette ( özeleştiri yapabilen blogger modeli ).  

Cevaben Planeur ekibi işin biraz maddiyat tarafından dem vurarak, kabaca eğer para var ise bu engellerin birçoğunu aşmak daha mümkün ve kolay dedi. 123’ten Dilara Sakpınar paranın yanısıra bağlantıların ve iyi bir network yönetiminin bazı zorlukları hiç ummadığınız şekilde aşmanızı sağlayabileceğinden bahsetti. Sırma Munyar ise kendisi de son üç yıldır Amerika’da okuyan biri olarak, ABD’deki okuma – çalışma ( yani gelir yaratma hali anlamında ) durumuyla Türkiye’dekinin farklı olduğunu belirtti.
Genel anlamıyla benim bu soru ile deşmek istediğim özellikle internet ve sosyal mecralar sonrası “alternatif” isimler için sürecin ilk adımlarındaki engellerin eğer sağlam bir kurguyla hareket edilirse geçmişe kıyasla çok daha rahat aşılabileceğine yada bu yolda daha bir ivmeyle yol alınabileceğine inanmam. Yani bugün x y z nedenler ya da gelişmelerden dolayı çok düşük bütçelerle elinde "albümü olan" bir grup statüsüne erişmek mümkün. Aynı parametrelerden hareketle hiçbir TV kanalına veya basından şuradan buradan tanıdık birilerine vesaire ihtiyaç duymadan kendi klibinizi çekebilir, sosyal mecralardan birçok “dinleyici”ye, “izleyici”ye ve “takipçi”ye ulaşabilirsiniz. Elbette ki “para” her daim akışkanlığı artırıcı bir unsurdur, kolaylaştırıcıdır amma ve lakin “düşük” rakamlarla da bazı adımlar atılabilir. Yazının başındaki “alternatif nedir?” sorusuna benim şahsi cevabım da buralardan besleniyor. Her ne kadar “alternatif pop” tarzını hala anlayamasam da ( hani şu Tuttu Fırlattı parçasının sahibesi Gökçe’nin kendi müziğine ilişkin yaptığı tanımlama ) genel anlamıyla popüler olmanın alternatif olmaya bir engel olmadığı ( siz popüler olalım diye kendinizi biçip kırpmadığınız sürece - inancındayım. Alternatif olmayı sadece müziğinizin nasıl tınladığından ziyade bir tavır, duruş ve hayata karşı belirgin bir algılama düzeyi olarak yorumluyorum. Oyunu oyunun kuralları sana buyurduğu şekliyle değil de, kendi kurallarına göre oynayabilmek, ödün vermemek, doğru bildiğinin arkasından cengaverce yola çıkmak, yapmacık olmamak ve bunun için riskleri ve kayıpları göze almak. İşte bu macereacı yolculukta samimiyet, inanç uzun vadede illaki biryerlerde yankı bulur. Ama sırf bir akis duymak için kendi yolundan sapıp dağlara bağırmak çok da alkışlanacak bir hareket değildir diye düşünüyorum, ses bulsa da ( yazısına nerede son vereceğini bilen blogger modeli ).






1 yorum: