Birçoğumuzun kulaklarında 70’lerin sonunda yayınladığı “Cars” parçasının melodisiyle özdeşleşmiş olan Gary Numan; elektronik müziğin öncü isimlerinden biri olarak 30 yılı aşan müzikal kariyerinde birçok kırılma noktası yaşamış, özellikle 90’lardan sonraki süreçte daha karanlık, sert ve tavizsiz bir tavrın temsilcilerinden olmuş ve hala üretmeye, sorgulamaya ve yaratmaya devam eden ikonik bir figür olarak dimdik karşımızda.
Nine Inch Nails’in 2009’daki
veda turnesinin bazı ayaklarında grupla birlikte sahne alan, son olarak Battles’ın
Gloss Drop albümündeki “My Machines” parçasına sesini veren Numan bugün dahi sadece
yarın üzerine odaklanan, her adımda farklı sesler üretmeyi amaçlayan,
geçmişteki başarılarının zırhına sığınmadan attığı cesur adımlarla etkileyici
bir profil sergiliyor. Trent Reznor, Dave Grohl, Marilyn Manson gibi birçok
ismi etkileyen, bir dönem hayranlarına “Numanoids” denen Numan’la son albümü
“Dead Son Rising” sonrasında hayata, müziğe, ailesine ve daha başka birçok şeye
ilişkin keyifli bir röportaj yaptık.
Elbette ki onlarca
albümü, 30 yılı aşkın bir kariyeri, Numan’ın problemli geçtiğini
söyleyebileceğimiz okul yıllarını, bir ara gösteri uçuşları için pilotluk
yaptığını, arabalara olan merakını ve her biri ayrı yazı konusu olabilecek projelerini
bu iki sayfaya sığdırmak imkansız. Amacımız özellikle genç neslin ya hiç
tanımadığı, yada sadece tek yönünü bildikleri bu önemli isme dair bazı
ipuçlarını elimizden geldiğince aralamak. Buyrunuz :
Bir röportajınızda “daima mükemmel sesi aramaya devam ettiğinizi” belirtmişsiniz. Müzik üretmek konusunda mükemmeliyetçi misinizdir ? Yıllar içinde bir değişim oldu mu bu açıdan ?
Aslında her yeni albümde amacım bir
öncekini geliştirebilmek. Her yeni albüm kimsenin daha önce duymadığı seslerden
oluşmalı. Bu amaçla farklı sesler ve katmanlar oluşturmak yeni müzikler
üzerinde çalışmanın en keyifli yanı. Kendimi
bir ses-oluşturucusu ( sound generator ) olarak görüyorum. Bazıları ne kadar
iyi müzisyen olduklarını yada iyi söylediklerini göstermeye çalışırken; benim
derdim yeni sesler sunabilmektir. Öte yandan yapı, melodi, sözler, sahne
performansı gibi şeyler konusunda hala tutkulu olduğum söylenebilir.
Müzik üretirken sizin için itici güç
nedir ?
Cevabı zamana göre değişen bir soru. İlk
yıllarda bilim kurguyla alakalı fikirlerdi. Sonrasında Tanrı ve din kavramıyla
çok içli dışlı oldum. Yaşın ilerledikçe seni korkutan, heyecanlandıran yada
ilgini çeken şeyler de değişiyor. Bu da neden ilham aldığını da etkiliyor. Bu
aralar bir roman yazma konusuna takmış durumdayım;bir bilim fantazi romanı. Şu
sıralar yazdığım şarkılar da bu romana ilişkin fikirlerden besleniyor.
Sanırım fazla müzik
dinlemiyorsunuz. Somut bir nedeni var mı ?
Müzik dinlemekten korkmasam da, kabul
etmem gerekir ki gerçekten çok az müzik dinliyorum. Zira müzik dinlerken birçok
fikir üşüşüyor başıma ve bu bana rahatsızlık veriyor. Evde müzik çalarken rahat
bir şekilde düşünemem. Yada ne zaman çocuklara müzik dinletsem bir anda
iletişimi kesiyorlar; hiç konuşmuyorlar. Oysa ben onları okula bırakırken
arabada sohbet edebilmeyi istiyorum. Bu hayatımdan geri gelmeyecek çok değerli
bir zamanı kaybettiğimi düşündürtüyor bana. Ayrıca müzik dinlerken onu analiz
etmeden duramıyorum. Kendimi bir anda stüdyoda çalışıyormuşum gibi
hissediyorum. Oysa stüdyo dışındayken gerçekten müzikle ilgilenmek istemiyorum
ben.
2010 yılında
Primavera Festivali’nde sizi canlı seyrettim ve performansınız Nine Inch
Nails’den Trent Reznor’la olan ilişkinizi aklıma getirdi. Reznor müzisyen
olarak sizden çok etkilendiğini belirtmişti. Son olarak da Battles’ın “Gloss
Drop” albümünde bir parçada vokal yaptınız. Ortak çalışmalara nasıl
yaklaşıyorsunuz ? Ufukta Reznor’la bir proje var mı ?
Bir projeye ne katabileceğim konusundaki
güvensizliğim nedeniyle genelde diğer müzisyenlerin bana yaklaşmasını bekleyen
pasif bir tutumum var. Stüdyoda çalışırken tam olarak ne ile uğraştığımı bilir
ve kendi sınırlarım dahilinde çalışırım. Ama bu güvenlik alanının dışındayken
daha kırılgan oluyorum, o yüzden de kimlerle çalışıyor olduğum çok önemli.
Trent Reznor’la ortak bir çalışma için birkaç defa konuştuk ve bu olasılık beni
heyecanlandırdı. Benim gibi genelde tek başına çalışan biri için başkalarıyla olmanın
iyi yanları da var elbette; zira seni alışıldık sınırlarının dışına itiyor,
rahatlık alanının dışına çıkarıyor ve böylelikle yaratıcılığını zorluyor.
Gemma ile bir fanım olduğu için değil,
etkileyici bakışları ve mükemmel kişiliği nedeniyle evlendim. Hatta bir fanım
olması aşmamız gereken bir engeldi. Zira hayranlarınızın sizin hakkınızda
gerçekçi olmayan fikirleri olabilir ve gerçekle yüzyüze geldiklerinde
hayalkırıklığına uğrarlar. Fanlarımın tahmin ettiğinden daha kısa boyluyum
mesela, benimle konuşmak çok da keyif verici değildir, hatta yatakta bile iyi
değilimdir... Gemma ile olan ilişkimizde “gerçek” beni bulana kadar bu tip
birçok engelle mücadele ettik. Hiç bir zaman kendimi özel hissetmedim, sadece
şanslıydım denebilir. Yani ayaklarım yerebasar, bu da fanlarla aramdaki
ilişkiye hep olumlu yansımıştır. Hiç bir zaman ulaşılmaz biri olmadım ve ben de
fanlarıma ayni sevgi ve saygıyla karşılık verdim.
Günümüz elektronik
müzik sahnesinin 18 yaşında bir ismi olsaydınız nasıl bir müzik yapardınız ?
Şu an ne yapıyorsam aynısını yapardım.
Hiçbir zaman ticari düşünmedim, yaratıcılığa odaklandım. Müziğim bir radyoda
gündüz çalabilecek bir müzik değil; pop müzik de değil yaptığım. Bu kararı en
başında bilerek verdim, bu tip bir müziğin hiçbir zaman listelere
giremeyeceğini de biliyordum. Karanlık ve ağır bir müzik yapıyorum. Ama benim
için asıl önemlisi yaptığımdan gurur duymam. Popüler olmak yada listelere girmek
için ödün vermem. 18 yaşımdayken de şimdi de böyle düşünüyorum. Sadece kolay,
mutlu ve risksiz bir müzik yapamam; dinlemem de...
İngiltere’de yaşamaktan pek hoşnut değilsiniz ve ailenizle birlikte Amerika’ya gitme ihtimaliniz var sanırım ? Somut bir plan var mı ?
Birçok açıdan zor bir karar ve cevap
vermek hiç de kolay değil. Ancak İngiltere her geçen gün daha rahatsız edici ve
şiddet içeren bir yer oluyor. Cinayetler, tecavüzler, çocuk istismarı ve birçok
benzer problem. Hava bok gibi, kariyer ve çalışma olanakları azalıyor ve deli
gibi vergi ödüyoruz. Ailemin geleceği için daha parlak bir yere ihtiyacımız
olduğu aşikar. Amerika iyi bir seçenek gibi duruyor; oraya gidersek herşey
güllük gülistanlık olmayacak ama daha dengeli olacağına inanıyorum. Öte yandan
İngiltere’yi çok seviyorum ve gurur duyuyorum. Ama bu bugüne ait bir gurur
değil, geçmişte ne olduğumuzla alakalı bir gurur. Eğer Yeşil Kart alabilirsek
2012 sonuna doğru Amerikaya gitmiş olacağız. Aksi halde oturup düşünmemiz
gerekecek.
Bir de özel soru :
Raven, Persio ve Echo adında üç kız çocuğunuz var. İsimleri kim seçti ?
Eşim Gemma. Doğum sürecinin ve bizatihi
doğumun tüm sıkıntılarını kadın çektiği için, erkekler en azından çocuğun
ismini belirleme hakkını eşlerine vermeliler bence. Bunun çok da abartılacak
bir fedakarlık olmadığı kanısındayım. Bu üç ismi de çok seviyorum. Sanırım
spesifik bir nedeni olmadan, kulağa hoş gelen, çocukların canını sıkacak kadar
garipsenmeyecek isimler seçti Gemma. Ben de ikinci adlarını seçtim; Elfin, Halo
ve Moon.
Son olarak arabalar
mı uçaklar mı ? ve 80’ler mi 90’lar mı ?
Makinaları, arabaları, uçakları,
motorsikletleri ve botları sevdiğim bir gerçek. İnsanlarla olmaktansa
makinalarla birarada olmayı tercih ederim açıkçası. 80’ler mi 90’lar mı soruna
gelince aslında hiçbirisi. Benim için önemli olan hep yarın. Dün ne yaptığımın
bile önemi yok. Yarın ne yazacağım daha önemli. Geriye bakıp yaptıklarımla
gurur yada pişmanlık duymak değil derdim, sadece sonrası...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder